Genco…

Yalıya dönüş yolculuğumuz sessizdi. Kahvaltı bile etmeden yola düşmüştük. Zamanımız azdı ve ben ağalar gelmeden yalıda olmak istiyordum. Daha duş alıp hazırlanmamız gerekiyordu.

Yalıya vardığımızda odalara çekildik. Duş alıp giyinme odasında seçtiğim koyu bir kot ve gri tonlardaki gömleği giydim. Burada asla üzerimde silah taşımasam da bugün bunu değiştirmek zorundaydım. Kasaya sakladığım silahımı alıp belime yerleştirdim. Amelya’nın yanına gitmek için odaya döndüm. Giydiği kalın askılı siyah elbisesiyle pufta oturmuş, saçlarını tarıyordu. Yaklaşıp saçlarına ufak bir öpücük bıraktığımda kokusunu içime çektim.

Gözlerimi aralayıp geri çekildim. Gülümseyerek bana bakıyordu.

“Gidelim mi artık, Gelin Ağam?”

Gözlerini devirdiğinde ufak bir kahkaha atıp yerinden kaldırdım. Usulca parmaklarımızı kenetledim. Odadan çıkarken tek istediğim, imkânsız olduğunu bilsem de o adamın gelmemesiydi.

Bahçeye indiğimizde ağaların yaklaştığını öğrenmiştim. Savaş ve Rojda bir adım geride duruyorlardı. Büyükannemin aşağıya inmesine müsaade etmemiştim. Onlar buradayken mümkün olduğu kadar ortalıkta görünmemesini istiyordum. Çok geçmeden beklediğim kişileri taşıyan arabalar bahçeye art arda girmeye başladı. Yiğit, Mert, Kenan ve Toprak ağalar yanlarındaki kadınlarla birlikte arabalarından indiklerinde, gözlerim tek bir adamı arıyordu: Cihan Korkmaz’ı.

Onun karımla aynı çatı altında olması düşüncesi bile beni çıldırtmaya yeterken, bir de burada durup onu karşılamam gerekmişti. Bildiğimi nasıl gizleyebilirdim? O adamın karıma duyduğu aşkı nasıl görmezden gelebilirdim? Az ileride duran son arabayı gördüğümde yumruklarımı sıktım. Bu, o olmalıydı. Amelya da beni izliyordu. Başımı çevirdiğimde Cihan Korkmaz’ı karşımda buldum. Üstelik yanındaki kadın oydu. Hande… Bu nasıl olabilirdi? Cihan ve Hande nasıl yan yana gelebilirdi? Benim eski sevgilimle bu adamın ne işi vardı? Nasıl bir oyun peşindeydi?

“Bir hoş geldin demek yok mu, Genco Ağa?”

Alaycı gülüşüyle birlikte söylediği sözler öfkemi katlıyordu. Ama yine de bunu ne diğer ağalara ne de Amelya’ya belli edebilirdim.

“Hoş geldiniz, ağalar!” dedim bakışlarımı karşımdaki çiftten güçlükle ayırırken. “Buyurun, kahvaltı masasına geçelim. Yoldan geldiniz. Aç olmalısınız.”

Her biri gösterdiğim yöne giderken, geride kalan Cihan önce karıma, ardından bana baktı. Hande’nin elini tutup alaylı bir gülümsemeylemerdivenlere yöneldi. Hissettiğim öfke tüm benliğimi yakarken, güzelimin avucumdaki elini bıraktım. Önümdeki adamı tutup savurmak istercesine attığım adım, omzumda hissettiğim baskıyla yok oldu.

“Şimdi zamanı değil, Genco. Hadi… Ağalar yalnız kalmasın…”

Savaş’ın sözleriyle gözlerimi kapadım sıkıca. Haklıydı ama bu, içimdeki ateşi söndürmeye yetmiyordu. Yalnızca geçiştirebilirdi. Er ya da geç Cihan’a hesap soracak, Hande’yi de buradan kovacaktım. Hande’nin elini tutarak içeri giren adamı izlerken dişlerimi sıktım. Amelya’nın elini kavrayıp hızlı adımlarla merdivenlere yöneldim.

***

Hazırlanan iki kahvaltı masası vardı. Biri biz erkekler için arka bahçeye hazırlanmıştı. Diğeri ise biraz ileriye kadınlar için yerleştirilmişti. Topraklarımızda kadın ve erkek misafirler genellikle ayrı masalarda yedikleri için herkes rahat görünüyordu. Başka zaman olsa hiç hoşlanmadığım bu durum, şu anda bir nebze de olsa rahat hissetmemi sağlıyordu. Karşımdaki adamla karımın aynı masaya oturmasını kaldıramayacağımı biliyordum. Ne yapacağımı, ne hissedeceğimi bilemiyordum. O derece karmaşık ve yabancı duygular hissediyordum ki…

Kahvaltı kısa süren ve hâl hatır sormaya yönelik muhabbetlerle geçerken, hazırlanan kahveler servis ediliyordu. Konuşmaları bazen kısa sözlerle, bazen de başımı sallayarak geçiştiriyordum. Bakışlarım ister istemez karşımda oturan adama kayıyordu. O ise gayet rahat bir ifadeyle oturuyordu. Yanımda oturan Savaş’ın hasatla ilgili sözlerine odaklandığım sırada, Cihan’ın sesini duyduğumda irkildim.

“Lavabo ne tarafta, Genco Ağa?”

İleride bekleyen adamıma bakıp işaret ettiğimde hızla yanıma geldi.

“Ben size yolu göstereyim, Cihan Ağam,” dediğinde başını salladı. Yalının kapısına doğru adamımla yürüdüğü sırada bakışlarımı üzerinden ayırmıyordum.

***

Amelya…

İsimlerini karıştıracağımı bildiğimden doğrudan hitap etmeden sohbetlerine katılmaya çalışıyordum. Lalezar beni yalnız bıraktığı için Rojda ile birlikte oturmak zorunda kalmıştım. Hareketleri geçen günlere göre bir nebze farklı olsa da yanında rahat olduğum söylenemezdi.

“Ah, olamaz!”

Küçük bir bağırışla söylenen bu sözler karşımda oturan sarı saçlı kadına aitti. Cihan Korkmaz ile gelmiş olmasına rağmen bizimle pek konuşmamıştı. Elindeki telefondan başını kaldırdığı da söylenemezdi. Şimdi de özellikle istediği sütlü kahvesini üzerine dökmüştü. Önümdeki peçeteyi alıp kalktım. Yanına gittiğimde ayağa kalkmış, üzerindeki mor renkli elbisesini temizlemeye çalışıyordu. Aslında temizlemekten çok lekeyi yayıyordu.

“Böyle olmayacak. Üzerimi değiştirmem gerekiyor.” Elbisesiyle aynı renk olan dudaklarını büzdü. “Ama bavullarım nerede bilmiyorum.”

“Benim elbiselerimden birini vereyim size,” dedim elimdeki peçeteyi bırakırken. “Bavullarınız odalara çıkarıldı mı bilmiyorum,” dedikten sonra, kapıya doğru elimi uzatıp, “Buyurun,” dediğimde ellerini birleştirip gülümsedi.

“Çok teşekkür ederim, Amelya Hanım,” diyerek hızlıca önüme geçip ilerledi. Şaşırdıysam da belli etmemeye çalışarak ardından yürüdüm.

“Eviniz çok güzel…”

Merdivenleri çıkarken ardımdan gelen kadının sözleriyle gülümsedim. Yatak odamızın olduğu kata geldiğimizde kapıyı açtım. Genco’ya sormadan buraya bir yabancıyla gelmiş olmak huzursuz hissetmeme neden olsa da ev sahibi olarak yapmak zorundaydım. Kadının lekeli elbisesiyle oturmasına müsaade edemezdim.

“Değişmiş…”

Sözlerine anlam veremedim. Kapının orada bekleyen kadına baktım.

“Anlayamadım?”

İrkilerek bana baktı. Ardından kendisini hızlıca toparlayıp gülümsediğinde hareketlerindeki farklılığı o an fark ettim.

“Değişik bir tarz… Odanız… Her şey çok güzel görünüyor. Siz mi düzenlediniz?”

“Genco,” dedim gülümseyerek. “Her şeyi kocam düzenledi.”

“Ne hoş!” deyip sustuğunda, hızlı adımlarla giyinme odamıza yürüdüm. Benim kıyafetlerimin olduğu bölümde durdum. Elbiselere bakarken hangisinin hoşuna gideceğini bilmediğim için en iyisinin onun seçmesi olduğunu düşündüm. Kendisini çağırmak için döndüğümde, Genco’nun kıyafetlerinin olduğu kısma baktığını fark ettim.

“Hangisini isterseniz giyebilirsiniz,” dediğimde tekrar irkildi. Bu denli dalgın olması normal görünmüyordu. Bir sorunu olmalıydı. O adamla ilgiliydi belki de.

“Ah! Tamam,” deyip yanıma geldi. Askıdaki elbiselerden fuşya rengi olanı aldığında gülümsedim. “Burada giyinebilirsiniz. Ben içerideyim.”

“Teşekkür ederim,” deyip gülümsediğinde odamıza döndüm. Adım attığım anda belimin sarılması ve sırtımın duvara yaslanmasıyla sendeleyerek belimi tutan elleri kavradım. Genco’nun kokusuna benzemiyordu. Duyumsadığım sıcaklık da yabancıydı. Başımı kaldırdığımda gördüğüm yüz Cihan Korkmaz’a aitti. Hızlıca belimi saran ellerini ittirmeye çalıştım.

“Bırakın beni! Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?”

“Şişt! Sessiz ol, güzelim. Bu hâlde basılmamızı istemiyorsan tabii…” dediğinde kaşlarımı çattım. Hissettiğim korkuyla kalbim sıkıştı. Ya Genco bizi böyle görürse? Nasıl anlatırdım ona? Ne derdim?

“Aferin… Ah, öyle özledim ki seni! Amelya’m…”

“Ben senin hiçbir şeyin değilim!”

Beni saran kollarının arasında çırpınmaya başlamıştım. Ama o hiç umursamadan saçlarımı kokluyordu.

“Neden beklemedin beni? Nasıl evlendin o herifle?”

Belimi bırakan elleri kollarımı sardığında hissettiğim acıyla istemsizce inledim.

“Benim beklediğim bir tek adam vardı! O da Genco’ydu! Bırakın beni, lütfen! Bir gören olacak!”

Gözlerim dolarken söylediği sözlerle güçlükle yutkundum.

“Bırakmam! Bırakamam! Bu kez değil! Benim olacaksın, Amelya!”

“Ne saçmalıyorsunuz? Ben evli bir kadınım!” dedim bakışlarımı kaçırırken.

Konuşmama izin vermedi. “Benim ol! Kadınım, her şeyim ol! Benimle gel! Kaçalım buradan! Bizi kimsenin bulamayacağı bir yere gidelim!Seni çok mutlu edeceğim, söz veriyorum! Ondan bile çok!”

Gülümsedim ve gözlerimi karşımdaki adamın gözlerine kenetledim. Genco’nun kara bakışlarındaki parıltıların zerresini taşımayan bu gözler bana o denli yabancıydı ki…

“Benim yerim kocamın, Genco’nun yanı! Beni yalnızca ölüm ayırabilir ondan! Sizinle hiçbir yere gelmiyorum! Şimdi çıkın odamdan!”

Yüzüme bakıp geri adım atarken fısıldadı. “Seni bana ecel getirecekse, gözümü bile kırpmam, Amelya! O gün geldiğinde sen benim kollarımda olacaksın ve Genco aklına dahi gelmeyecek!”

“Defol odamdan! Defol!”

Sesim artarken hızlı adımlarla çıktı odadan. Yaşadığım bu utanç verici anların etkisiyle güçlükle ayakta durabiliyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Sanki saatlerce koşmuş gibi nefes alamıyordum. Ellerimi duvara dayayıp gözlerimi yumdum. 

“İyi misiniz, Amelya Hanım?”

Sevgilisi olan kadın yanımda durmuş, beni izliyordu. Ona karşı hissettiğim mahcubiyetten hissettiklerim ikiye katlanmıştı. Derin bir soluk alıp titreyen ellerimle yüzüme düşen saçlarımı düzelttim beceriksizce.

“İyiyim. Biraz başım döndü, sanırım.” 

“Tekrar teşekkür ederim. İnelim mi?” dediğinde başımı salladım.

“Tabii.” Önden çıkmasını bekleyip, az önce yaşadığım anların şahidi olan yere bakarak odadan çıktım.

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!