Yolculuk boyunca tek kelime etmedi. Limana varana dek başını cama yaslayıp yolu izledi. Meraklı hâliyle küçük bir çocuktan farksız heyecanıyla öyle tatlıydı ki… Küçük burnunu sıkıştırıp yanağından bir buse çalmamak için güç tutmuştum kendimi. Şirketten gelen birkaç maili incelerken fırsat bulduğum her aralıkta onu izlemiştim.
Limana geldiğimizi tatlı meltem ve mis gibi deniz kokusuyla kavrayabildim. Günlerim bir seyyahtan farksız geçerken artık alıştığımı hissediyordum. Yanımda yürüyen kadının belini kavrarken, şaşkınlık dolu bakışlarını görmezden geldim. Satın aldığım bölümdeki yatımın önünde durduğumda işaret ettim.
“Seni Peri ile tanıştırmak istiyorum.”
“Çok güzel… Çok büyük!” Her bir detayını merakla izliyordu.
“Benim tasarımım,” dediğimde şaşkınlıkla bana döndü.
“Yani bunu sen mi yaptın?”
“Ekibimle birlikte gerçek kıldık bu güzel kızı.”
“Çok yeteneklisin.”
“Hadi artık yola çıkmamızın vakti geldi.”
Elinden tutup, peşimden sürüklerken heyecanlıydım. Bu yolculukta onunla baş başa olacaktık. Henüz bilmese de…
Havuzluk denilen geniş oturma köşesinin olduğu kısma onu bırakıp beni bekleyen kaptanın yanına geçtim.
“Her şey hazır mı?”
“Evet, Savaş Bey. İstediğiniz zaman yola çıkabilirsiniz. Sizi İzmir’de karşılamak için bekliyor olacağız.”
“Teşekkür ederim, Aydın Bey.”
Kaptan ve görevlilerin ayrılmasının ardından kaptan köşküne geçtim. Motorları çalıştırıp, limandan çıktıktan kısa süre sonra rotayı sabitleyip aşağıya indim. Büyülenmiş bir hâlde denizi izliyordu. Benimdi, benim karımdı. İlk gördüğüm anda tutulduğum bu küçük kadın artık benim soyadımı taşıyordu. Ayağa kalkıp yatın ucunda durduğunda ardından yaklaştım. Sırtı göğsüme değecek kadar yaklaşıp sessizce bekledim. Kaskatı kesilen bedeni yavaşça gevşediğinde, uçuşan saçlarını usulca yüzünden uzaklaştırıp başımı yasladım. Yüzüm yüzüne değerken fısıldadım.
“Deniz kızının efsanesini biliyor musun?”
Olumsuz anlamda başını salladığında, derin bir nefes alıp anlatmaya başladım.
“Tanrı Zeus’un kızı Artemis, ikiz kardeşi Apollon’dan bir süre sonra doğmuş ve annesine doğumu sırasında yardım etmiş. Ancak doğum öyle zor ve acılıymış ki Artemis o gün hiç evlenmeyeceğine ve hep kutsal kalacağına yemin etmiş. O günden sonra iffet Tanrıçası olarak anılmış güzeller güzeli Artemis…
Bir gün Akdeniz kıyılarında avlanırken bir mağara fark etmiş. Mağaranın içinde öyle güzel bir göl varmış ki dayanamamış ve soyunup içine bırakmış kendini. O sırada sesler duymuş. Gölden çıkıp, mağaranın içinde ilerleyince sevişen iki âşığı görmüş. O âşıklardan olan balıkçı adam öylesine yakışıklı ve göz alıcıymış ki görür görmez âşık olmuş Artemis. Adamın kollarındaki sevgilisi Bianna’dan da ölesiye nefret etmiş. Kıskançlık ve nefret gözünü kör ederken oracıkta balıkçının sevdiği kadını taşa çevirmiş.
Balıkçı İdas sevgilisinin taşa dönmüş bedenini gördüğünde delirecek gibi olmuş. Günlerce onun taşlaşan bedeninin yanından ayrılmamış. Ancak bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi olduğu için teknesine ve balıklarına geri dönmüş.
Yine tekneyle balığa çıktığı bir gün ağına takılan bir şey fark etmiş. Ağın içinde kıpırdanan şeyi teknesine çektiğinde güzelliğiyle kendisini büyüleyen deniz kızı Marpessa çıkmış karşısına. O an İdas’ın kalbi yeni bir aşkın aleviyle yanmış. O deniz kızı Marpessa aslında Artemis’miş. O gün kendini adama teslim etmiş Artemis. Babasına verdiği sözü bozmuş. Sık sık buluşmaya başlamışlar. Ta ki Tanrı Zeus gerçekleri öğrenene kadar.”
“Ne yapmış Zeus?” Başını çevirip, gözlerime baktığında onun nefesiyle doldu ciğerlerim. Gözlerimizi ayırmadan devam ettim efsaneye.
“Tanrı Zeus âşıkların bu gizli sırlarını öğrendiğinde, tıpkı Artemis’in Bianna’yı taşa çevirip İdas’tan ayırdığı gibi İdas’ı taşa çevirerek Artemis’e iffetsizliğinin cezasını vermiş. O günden sonra Artemis kendisini denizin sularına bırakmış ve gördüğü her balıkçıya İdas’ı sorar olmuş.”
Dolan gözlerini kırpıştırıp kaçırdığında çenesini kavrayıp tekrar çevirdim kendime. “Neden ağlıyorsun, güzelim?”
“Deniz kızı için… Neden mutlu olmasına izin vermemiş ki babası?”
“Mutluluk herkes için başka anlamlar içerir, Rojda. Sana mutluluk veren şey, bir başkasına acı verebilir. Peki, sen Artemis olsan ne yapardın?”
“Artemis gibi İdas’ı aramaya devam ederdim. Ya sen?”
“Ben İdas gibi taşa dönmek için Tanrı’ya yalvarırdım.”
***
Halamın yalıda değil de tasarım atölyesinde olduğunu öğrendiğimde yolumuzu değiştirdim. Limana bıraktığım teknenin ardından arabayla yolumuza devam ettik. Karşımda oturmuş, küçük elini çenesine dayamış, akıp giden yolları izliyordu. Yatta sorduğu soruya verdiğim cevabın ardından ikimiz de konuşmamıştık.
“Beğendin mi?” dediğimde bakışlarını yüzüme çevirip başını salladı.
“Deniz görmeyeli uzun zaman olmuştu.”
Sözleriyle yüreğim sıkıştı. “Yalıda bolca hasret gidereceksin o hâlde,” dediğimde merakla sordu.
“Nasıl?”
“Deniz kenarında…”
“Gerçekten mi?” dedi heyecanla ellerini çenesinin altında birleştirirken.
“Ben genelde otelde kalmayı tercih ediyorum. Ama şimdi…”
“Ben otelde kalmam,” dedi omzunu silkerken.
“Neden?” dedim anlamını çözmeye çalışırken.
“Uygun olmaz!”
Ona doğru eğilirken fısıldadım. “Kime göre uygun olmaz?”
Saçını savururken yandan bir bakış attı bana. “Kaçamaklarını yaptığın yerde, karın olarak benim kalmam ne derece uygun olur, Savaş Ağa?”
Cevap veremedim. Bunun en büyük nedeni bulunduğumuz aracın aniden durmasıydı. “Neler oluyor?” dedim ardımda, şoförün ve Ayaz’ın oturduğu bölmeye dönüp.
“Geldik Ağam!”
“Frenin nerede olduğunu unuttunuz sanırım, beyler!” dedim dişlerimi sıkarken. Bana doğru savrulan kadının yüzünü kavradım. “İyi misin güzelim?”
Korkmuştu. Bunu gözlerindeki ürkek bakıştan anlamıştım. “İyiyim…” derken güzelim dememe bile söylenmemişti. Aralanan kapıdan önce kendim indim. Ardından elimi uzatıp onun inmesini sağladım. Belini kavrayıp az ilerideki masaya doğru yürüdüm. Oturmasını sağladığımda beklediğim kadın merdivenlerde göründü.
“Burada bekler misin beni?” dediğimde sessizce başını salladı.
Saçlarına kısa bir an dokunup bana kollarını açan kadına yürüdüm.
“Bebeğim…”
Sevgiyle sarmalayıp sarı saçlarına bir öpücük bıraktım. “Halam!”
“Çok özledim seni! Neden bu kadar sürdü gelmen?” dedi geri çekilip yüzümü süzerken.
“Beklenmeyen işler çıktı.” Ardımdaki noktaya bakıp, tekrar ona döndüğümde Rojda’nın olduğu yere bakıyordu.
“Bu iş, şu güzel kızla mı ilgili?”
“O benim karım, hala.”
Şaşkınlıkla büyüyen gözleri ve aralanan dudaklarıyla karşımda duran halam sendeledi. Sarı saçları dalga dalga omuzlarından dökülürken her zamanki gibi çok güzel görünüyordu.
“Savaş… Sen ne diyorsun? Ne demek karım?”
Başımı ardıma çevirip, masada dalgın bir ifadeyle kadınla göz göze geldiğimde derin bir soluk aldım. “Sözlerim gerçek, hala…” Tekrar halamın mavi gözlerine bakarken buruk bir ifadeyle gülümsedim. “Ben evlendim.”
“Ne zaman? Nasıl oldu bu? Hem ben bu kızı nereden tanıyorum?”
“Tanıyor olduğuna eminim. Kurt Aşireti’nin vârisi Rojda!”
“Ah! Bugün yüreğime mi indireceksin, Savaş? Sen o aşiretten biriyle nasıl evlenebilirsin? Yedi Aşiret’in haberi var mı?”
“Var,” dedim sağ elimle çenemi sıvazlarken. “Nikâh şahidimiz Genco Uluhan’dı. Onu korumak için buna mecburdum.”
“Neden kabul ettin bu evliliği? Yedi Aşiret’in bekâr ağalarından başka biri de pekâlâ evlenebilirdi bu kızla?”
Halamın kollarını sararken acı dolu bir ifadeyle gülümsedim. “Âşık oldum, hala!”