Genco…
Yiğit Ağa, elindeki sigarayı yakarken, “Tütün bu yıl beklediğimizden de iyi. Üstelik bu kez Yunanistan, Rusya ve Çin’in yanında Fransa ve İtalya da bizden almak istiyor,” dedi.
Mert Ağa yüzünü buruşturarak, “Senin içtiklerinle iki ülkeye daha ihracat yaparız,” dediğinde söylediklerine hepimiz güldük.
“Ben mallarımızı test ediyorum. Ne sattığımızı bilelim, değil mi?”
Kenan Ağa, “Şarap için biraz daha yoğunlaşmamız gerekiyor. Fransız Lamothe hâlâ bizden önde,” dedi. Bir yandan da elindeki kâğıtları incelemeye devam ediyordu.
“İkinci planda olmayı sevmem,” dedim elimdeki kalemi çevirirken. Sözlerimin ardından hepsi başlarını kaldırıp bana baktılar. “Fransız şaraplarını da bu yıl için daha uygun bir fiyata verelim. Gelecek yıl onlara ikinciliği tattırmış olalım.”
“Piyasa karışacak. Zaten sakinliği sevmem, bilirsiniz,” dedi Toprak Ağa. “Rusya’da birinci sıradayız. Başka türlüsü mümkün değil.” Kahvesini yudumladı. Büyükannesi nedeniyle Toprak’ın damarlarında onların kanı da vardı. Bu durum oradaki ticaretimiz için kilit noktamız olacaktı.
“Antep fıstığını ne yapacağız?” Uzun zamandır sessizliği bozan Cihan’ın sözleriydi bunlar.
“Bir sorun mu var onunla ilgili?” diye sordum.
Savaş başını salladı. “Biraz büyük bir sorun. Ürettiğimiz fıstıkları ederinin altında satmak zorunda kalıyoruz.”
“Neden?” dedim merakla.
“Ferzan Ağa sayesinde,” dedi Cihan. “Piyasaya giremiyoruz bile.”
“Ferzan Ağa’nın bu durumla ne bağlantısı var? Biri anlatacak mı artık?” diye sorarkenoturduğum yerde dikleştim. Duyacaklarıma kendimi hazırlamaya çalıştım.
“Onun ürünleri bizimkilerden daha iyi değil. Ama alıcısı sadık ve üstelik fiyatı bizden çok olsa da almaktan vazgeçmiyorlar,” dedi Savaş.
“Nedeni yalnızca sadakat olmamalı,” dediğimdedurumu çözmeye çalışırken aklıma gelenle duraksadım. “Başka bir neden olmalı?Bu alıcılar başka ne iş yapar? Yalnızca fıstık alıp baklava yapıyor değiller herhâlde!”
“Fazlasıyla göz önünde olan adamlar değiller,” dedi Yiğit Ağa. “Duyduğum kadarıyla sağlam adamlar değillermiş.”
“Bu konuyu ben araştıracağım,” dedim kararlılıkla.
“Peki, ya Kurt Aşireti’nin hasadı ne olacak?” Kenan Ağa’nın sözleriyle bakışlarımı Savaş’a çevirip arkama yaslandım. Benim sustuğumu görünce elindeki kâğıtları masaya bıraktı. “Yedi Aşiret’in hasadına katılacak. Ama köylülerin ihtiyaçları karşılandıktan sonra.”
Onun verdiği kararı desteklediğimi belli etmek için karşımdaki adamlara bakarak, “Tüm aşiretler hasatlarından köylüleri için ayırmayı unutmayacak. Onlar iyi olursa ticaretimiz de hayırlı olur,” dedim.
Hasat miktarları, gelecek ekim zamanı için gerekli olacak miktarlar, nadasa bırakılacak araziler, ilaçlama ve daha onlarcası… Fazlasıyla uzak olduğum bu konular üzerinde yoğunlaşmak beni hayli zorlasa da kendimi alışmaya zorluyordum. Saatler süren toplantıda bolca kahve içmiş, ara ara tartışmıştık. Güldüğümüz kısa anlar rahatlamamıza yetmese de bizleri yakınlaştırmıştı. Cihan Korkmaz dışında… Kalan detayları ertesi gün konuşmaya karar verdik. Herkesi dinlenmek üzere odalarına çekilmeleri için izin vermiştim. Akşam yemeğine iki saate yakın bir zaman kalmıştı ve herkesin dinlenmeye ihtiyacı vardı. Gelen belgeleri odadaki kasaya kilitleyip çıkacağım sırada açılan kapıyla başımı çevirdim. Amelya’mın gelmiş olduğunu düşünsem de gördüğüm kişi hayalimi tuzla buz etmişti. Hande kapadığı kapıyı kilitleyip bana doğru yürüdü.
***
“Senin burada ne işin var?” dedimhissettiğim öfkeyle yumruklarımı sıkarken.
Sözlerimi duymazdan gelip üzerindeki elbisenin yan kısmına uzandı. Fermuarı tutup çekerek aşağıya indirdiğini gördüğümde ellerimi kaldırdım.
“Sakın yapma!”
Umursamadan elbiseyi omuzlarından çıkarıp vücudundan sıyırdığında gözlerimi yumdum. Duyduğum adım sesleriyle bana yaklaştığını hissetsem de bakmadım.
“Çık buradan!”
Ellerini göğsümde hissettiğimde kulağıma fısıldadı.
“Aç gözlerini, sevgilim… Sana olan özlemimi gör…”
Göğsümdeki ellerini tutup çektim. Gözlerimi aralamadan başımı çevirdim.
“Dokunma bana, Hande!”
“Dokunduğum an sen de benim gibi hissediyorsun, değil mi? Özlediğini hissediyorsun… Gözlerini neden açmıyorsun? Yaşadığımız o tutku dolu anları hatırlıyorsun, değil mi?”
Sözleriyle gülümsedim. “Benim gözlerim yalnızca karımın tenini görebilir… Ellerim sadece ona dokunabilir… Şimdi o elbiseni giy ve erkeğinin kollarına geri dön! Odanda seni bekliyor olmalı!”
Ellerini çekerek bedenini benden ayırdı. Birkaç kıpırdanış duyduğumda gözlerimi yavaşça araladım. Elbisesini giymiş, çatık kaşlarıyla beni izliyordu.
“Odamızı değiştirince beni unutabileceğini mi düşündün? Eşyalarımı evden attığında, beni şirketten kovduğunda bu denli kolay hayatından çıkabileceğimi mi düşündün gerçekten?” Başını salladı. “Yanılıyorsun, sevgilim. Sen ve ben ayrı olamayız.”
Kilidi çevirip hızla odadan çıktı.
***
Amelya…
Gözlerimi araladığımda belimi saran kolların varlığıyla gülümsedim. Başımı yavaşça çevirdiğimde, saçlarıma başını yaslayan Genco’yu gördüm. Burada, yanımdaydı. Saatlerce önce yaşadığım kâbus dolu anları hatırladığımda, gözlerim dolarak usulca ona doğru döndüm. Başımı boynuna gömüp kokusunu çektiğimde, kıpırdanışıyla nefes dahi almadan bekledim. Uyanmamış olmasını ümit edip başımı kaldırdığımda beni izleyen kara gözleri buldum karşımda. Gözlerime uzun uzun bakarak eğilip, dudaklarıma dudaklarını dokundurduğunda gözlerimi yumdum. Ellerimi çıplak göğsüne yaslayıp öpücüklerine karşılık vermeye başladım. Üzerine uzanmamı sağlayıp dudaklarımızı ayırdı. Yüzümün iki yanına düşen saçlarımı tek eliyle usulca ayırıp gözlerime bakarak fısıldadı.
“Sen benim cennetimsin, Amelya…”
Sözleriyle gözlerim dolduğunda elleriyle yüzümü sardı. “Masumiyetimsin.”
Anlatamadığım anların ağırlığıyla sokuldum kucağına. Sanki beni biraz daha sarmalasa hafızamdaki her kötü anı silebilecekti.