39. Bölüm

Akşam yemeğinin hazırlandığı büyük masayı inceliyordum. Bu akşam yemeği hep birlikte yenecekti. Yardımcıların gösterdiği peçete takımlarından düz beyaz kumaş üzerine gümüş renk çizgileri olanı seçtim. Çok anlayamasam da diğerine göre daha sade olduğu için onun olmasını istemiştim. Yemek takımlarından da gümüş çizgi olan porselen takımı seçtim. Hepsi masaya yerleşirken hizmetlilerden birini çağırıp, Lalezar’ın da hazırlanması için haber yollamak istedim. Onun bahçede olduğunu öğrendiğimde kendim söylemeye karar verdim. Arka tarafa açılan kapıya doğru ilerledim. Basamakları yavaşça inip, havuzun olduğu yöne doğru yürüdüğümde duyduğum fısıltılarla duraksadım.

“Ne olacağı umurumda değil!”

“Saçmalama! Plansız nereye kadar kaçabileceksin? Daha İstanbul’dan ayrılmadan Genco vurur seni!”

Genco mu? Çok net olmasa da duyabiliyordum.

“Sevdiğim kadının, sevgili torununun koynunda daha fazla durmasına göz yumamam!”

“Düğünü bekle! Ben her şeyi ayarlayacağım!”

Duyduklarımla kalbim sıkıştı. Önünde olduğum çalının arasından bakmak için yavaşça eğildiğimde, gördüğüm kişiler yüzünden soluğumun kesildiğini hissettim.

“Tamam, iki gece sonra! Her koşulda, ben ve Amelya buradan gideceğiz! Ama sen de torununun bizi bulmamasını sağlayacaksın!”

“Sonsuza dek o kızın yok olması için her şeyi yaparım!”

Beyaz Hanım ve Cihan Ağa, Genco ve benim için pazarlık ediyorlardı. Susup birbirlerinden ayrıldıklarında çalının arkasına gizlendim. Duyduklarımı hazmetmeye çalıştıysam da gözlerimin dolmasına engel olamıyordum. Düğün gecesi bu plandan hem kendimi hem de kocamı nasıl kurtaracağımı bilmiyordum.

***

Genco…

Masadaki iki evli çiftten biri biz, diğeri ise Rojda ve Savaş’tı. Yiğit Ağa, nişanlısı Hevi ile hemen diğer yanımdaydı. Mert Ağa sevgilisi Diyar ile onların yanındaydı. Kenan Ağa ile gelecek hafta nişanlanacağı Gazel ve Toprak Ağa ile yalnızca arkadaşı olduğunu söylediği Karaca diğer yanımda oturuyordu. Cihan Ağa ve Hande ise tam karşımdaydı. Hafif müzik çalan müzisyenler etrafımızı sararken, yemek eşliğinde neşeli bir sohbet içerisindeydik. Herkes Toprak Ağa’nın anlattıklarını dinliyor ve Kenan Ağa ile atışmasını gülerek izliyordu. Tatlılar sunulurken sessizce oturan güzelime baktım ama onun dalgın gözleri tabağındaydı. Ne doğru dürüst yemek yiyor ne de etrafıyla ilgileniyordu. Usulca uzanıp beyaz elbisesinden görünen bacağına dokundum. İrkilerek başını çevirdiğinde böyle bir tepki vermesine anlam veremedim fakat rahatlayarak bana baktığında kulağına eğildim.

“Güzelim, iyi misin?”

Bacağındaki elimi tuttu. Geri çekildiğimde gülümseyerek yüzüme bakıyordu.

“Sen yanımda ol, ben hep iyi olurum.”

Sözleriyle titrek bir nefes alıp alnına uzandım. Ufak bir öpücük kondurup kokusunu içime çektim.

Gece geç saatlerde odalarımıza çekildiğimizde, Amelya’nın üzerindeki dalgın ruh hâli geçmemişti. Sık sık önünde olduğu aynaya bakıp dalıyordu. Elindeki tarakla sürekli saçının aynı kısmını taradığını fark ettiğimde, yavaşça yaklaşıp tarağı alınca irkilerek kendine geldi. Onun bu hâlleri canımı sıkıyordu. Üstelik bana anlatmıyordu.

“Gel buraya.”

Kısa bir an bekleyip doğruldu. Üzerindeki mavi geceliğiyle kalkıp açtığım kollarımın arasına sığındı. Kollarını boynuma sarıp başını gömdüğünde sırtını okşadım.

“Bana anlatmak istediğin bir şey var mı?”

“Hayır…”

Boğuk sesi aramızda yok olurken bacaklarını tutup kucağıma aldım. Yatağa yatırıp üzerine uzandım. Saçlarını okşayıp yüzüne küçük öpücükler bırakmaya başladım. Boynuma sardığı kollarını sırtımda gezdirmeye başladığında kendimi çektim. Uzaklaşmadan güzel gözlerine baktım.

“Biliyorum, yoruluyorsun. Alışkın olmadığın için zorlanıyorsun.”

Sağ elini yüzüme getirip yavaşça parmaklarını gezdirdi.

“Ben senin yükünü paylaşabildiğim için, sana yardım edebildiğim için mutluyum, Genco. Bilmediklerim beni zorluyor ama… Alışacağım.”

“Ben seni hak etmek için ne yaptım?”

Gecenin sonrasında yaşayacaklarımızı henüz bilmiyordum. Sırtını okşarken saçlarına öpücükler kondurdum.

***

Güneşin yüzüme vuran ışığıyla gözlerimi yumdum sıkıca. Güneşin doğmasına çok az bir zaman kala uyumuş olmama rağmen kendimi dinç hissediyordum. Gözlerimi araladığımda neredeyse üzerine uzandığım kadınımı gördüm. Başımı kaldırıp gür siyah kirpiklerinin gölgesinin düştüğü yüzünü izledim.

Gece karası saçları yastığa dağılmıştı. Öylesine güzel ve büyüleyici görünüyordu ki… Bu hâlini resmetmek istedim. Hafızamın en güzel yerine hapsetmek istedim. Elimi belinden ayırıp, yüzüne dokunduğumda ürperdi ve boştaki eli sırtıma ulaştı. Gülümseyerek dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. Başımı çevirip tekrar yüzüne baktım. Sıkışan kalbim bana yanıtı verdi:Âşığım!Beni duymayacağını bilsem de fısıldadım.

“Sana âşık oldum, Amelya…”

Nasıl olduğunu bilmiyordum ancak ne zaman olduğunu biliyordum. O gece… Camın ardında gözlerini gördüğüm o gece tutulmuştum bu kadına. Güzel gözleri ilk yüreğime düşmüştü. Sonra masumiyeti… O kadar masum, kırılgandı ki… Şimdiye kadar tanıdığım kadınlardan çok farklı ve özeldi. Ona kapılmamam imkânsızdı. Benimdi. Benim güzel kadınımdı. Karımdı. Kara bir maziydi onu bana getiren. Ondan gizlediğim bir mazi… Ama bana Amelya’mı getirmişti ya! Artık başka hiçbir şeyin önemi yoktu.

Üşüdüğünü hissettiğimde örtüyü çekerek, ikimizi örtmesini sağlayıp alnına sıcak bir öpücük bıraktım. Kalkıp hazırlanmam gerekiyordu. Misafirler ve kahvaltıdan sonra katılmam gereken yarım kalmış bir aşiret toplantısı vardı. Kıpırtılarıyla başımı kaldırıp yüzlerimizi aynı hizaya getirdim.

“Günaydın.”

“Günaydın, sevgilim.”

“Sevgilim diyen dilini yerim senin…”

Gülümseyip omzunu silkti. Bu kez dudaklarımı omzuna değdirip kokusunu soludum. Çalan telefonla sinirlendim. Derin bir soluk alıp ellerimi çektim.

“Sen duşa gir, güzelim.”

Başını salladı. Örtüye sarınıp yataktan çıkarken çalan telefonuma uzandım. Arayan Bevar’dı. Telefonu açıp kendimi yatağa bıraktım.

“Bevar?”

“Günaydın, Ağam. Ferzan Ağa ile fıstık ticareti yapan adamları araştırdım. Duyman gerekenler var.”

Bu işin altından temiz bir durum çıkmayacağını biliyordum.

“Tamam, kahvaltıdan sonra çalışma odasında olmanı istiyorum. Tüm ağalar da oradayken anlatman daha iyi olur.”

“Tamam, Ağam. Yeni asistanınız Sümeyra Hanım işe başladı. İmzalanacak dosyaları buraya göndermesini istedim.”

“Sağ ol, Bevar,” diyerek telefonu kapayıp yatağa bıraktım. Güzelimin yanına gidersem banyodan kolay kolay çıkamayacağımızı bildiğim için diğer banyoya yürüdüm.

***

Kahvaltının ardından yine çalışma odama geçtik. Çalan kapıyla Bevar’ın geldiğini biliyordum. İçeri girdiğinde, “Anlat, Bevar,” dedim.

“Ferzan Ağa’nın adamlarla yaptığı fıstık ticareti yalnızca bir maske. Asıl işleri silah ticareti. Yasa dışı olarak silah üretip satıyorlar. Üstelik bu işte bir de ortakları var.”

Bana baktığını gördüğümde kaşlarım çatıldı. Duyacaklarımın hoşuma gitmeyeceğini anlıyordum.

“Söyle, Bevar!” dediğimde duyacaklarımdan önce derin bir soluk alıp kendimi hazırlamaya çalıştım.

“Kurt Aşireti de bu işte diğer ortakları. Beyaz Hanım, Ferzan Ağa ile birlikte yıllardır çalışıyormuş.”

Altı aşiretin ağaları duyduklarıyla hızla ayağa kalkıp bana baktılar. Büyükannemin böyle kara bir işle karşıma çıkacağını aklımdan bile geçiremezken, bunları duymak beni çileden çıkarıyordu. Sakin olmaya çalışıp yerimden kalktığımda, belimdeki silahı elime alarak beni izleyen adamlara baktım.

“Cezasını ben keseceğim, ağalar,” dedikten sonra Savaş’a döndüm. “Tüm mal varlığını Rojda’ya devredip bir daha dönmemek üzere gidecek.”

“Büyükbabanın verdiği gibi merhametli bir ceza değil mi bu?” Cihan Ağa’nın sözleriyle ona baktım.

“Ona en büyük ceza bu. Uğrunda her şeyini bıraktığı Kurt Aşireti’nden mahrum kalmak, onu yaşarken öldürmek demek. Ben kolay cezaların adamı değilim, Cihan Ağa.”

***

Büyükannemin odasına girdiğimde onu pencerenin önündeki küçük koltukta buldum. Küçük yuvarlak gözlüklerini burnunun ucuna yerleştirmişti. Elindeki kasnağa gerili kanaviçeyi dikkatle işliyordu. Yüzündeki gülümsemeye baktım. Onu böylesine içten gülümserken ilk kez görüyor, onları işlemeyi sevdiğini biliyordum. Zaten bu, onun hakkında bildiğim birkaç şeyden biriydi. Kapının çarptığını duyduğunda yerinde sıçradı. O an iğnenin eline batması ile birkaç damla kan yaptığı işlemenin üzerine döküldü.

“Oğul!” deyip telaşla yerinden doğruluşunu izledim. Elindekileri kalktığı yere bırakıp parmağındaki izi umursamadan yüzüme baktı. “Bir sorun mu var?” deyip beni baştan aşağıya süzmeye başladığında yavaşça yaklaştım.

“Ferzan Ağa’ya âşık olmadığını söyledin, iftira dedin!”

Karşılık vermeden başını salladığını gördüğümde öfkeyle yumruğumu sıktım.

“İkiniz arasındaki bağın nedeni belki de aşk değildir. Ondan daha kirli, daha utanç vericidir…”

“Ne diyorsun, oğul? Anlayamıyorum!”

Onun bu masum görünen hâlleri beni daha çok çileden çıkarıyordu. Başımı sağa yatırıp gülümsedim.

“Anlamıyorsun, öyle mi? Şöyle anlatayım…” Aramızda bir adım kalana dek yaklaştım. “Ferzan Ağa ile aranızdaki ilişkiyi az önce öğrendim. Neymiş, biliyor musun? Ben tahmin bile edemezdim doğrusu,” dedikten sonra dayanamayıp bağırdım. “Birlikte silah kaçakçılığı yaptığınızı öğrendim, büyükanne!”

Şaşkın bir ifade görmeyi beklediğim yüzü donuktu. Gözlüğünü çıkararak eliyle sardığında, başını kaldırıp bana baktı.

“Ticaretin iyisi kötüsü olmaz, Genco. Bunu Boran Uluhan’dan duymuş olman gerekirdi.”

Büyükbabamın adını duymak hissettiğim öfkeyi katladı. Onun adını böylesine kirli bir anda anması büyük bir saygısızlıktı.

“Büyükbabamdan duyduklarım ne senin bizden ayrı geçirdiğin o hayatı ne de günahlarını temize çıkarır!” Sesim giderek yükselirken, yalıdaki misafirlerin duyup duymaması umurumda bile değildi. Dişlerimi sıkarak, “Sana ilk ve son kez soracağım,” dedim. “Neden böyle bir şey yaptın?”

“Güçlü olmak zorundaydım.” Arkasındaki koltuğa oturup önündeki camdan dışarı baktı. “Kurt Aşireti’ne dönmem o kadar kolay olmadı. Babam, Boran’ı terk etmemi kabul etmedi. Ama yaşlanmıştı ve aşiret yönetimini çoktan kardeşime, yani büyük dayına devretmişti. O bana kol kanat gerince babam da mecbur kaldı. Fakat kuraklık vardı. Ekinler zarar görüyordu. Köylü açtı ve aşiretin birikimi hızla tükeniyordu. Kimseden yardım isteyemedim. Mezopotamya’daki en güçlü altı aşiretin ağaları Boran’a bağlıydı. Diğer küçük aşiretler ise ona saygılarından bana yardım etmezlerdi. Zaten güçleri de yetmezdi. Ben de o adama gittim. Boran’ın hiçbir zaman sevmediği Ferzan Ferman’a…”

Alayla gülümsedi.

“Kadın hâlimle karşısına dikilmeme ses etmedi. O da o zamanlar gençti ve başarılıydı. Bir teklifte bulundu. Ben şirketimizin kamyon ve tırlarıyla onun istediklerini taşıtacaktım. O da kazandığının üçte birini bana verecekti. Kabul ettim. Ne olduğunu bilmeden uzun süre istediklerini adreslerine teslim ettim. Aşiretim yeniden güçlendi ve babam beni affetti. Evet, ben suçluyum. Silah kaçırmasına yardım ettim, ediyorum. Peki, ya amcan?” Yüzüme çevirdi bakışlarını. “Neden Leyla’ya zorla sahip olduğunubiliyor musun?”

Suskunluğum karşısında güldü. “Baban ve amcan, Ferzan Ağa’yla olan iş ortaklığımı biliyorlardı. Onu kendilerine çekmek ve benden koparmak için bir plan yapmışlar. Ferzan Ağa’nın kalbini, yani kızını almaya karar vermişler. Bu yüzden amcanı Leyla’nın peşine takmış baban. Onu kendisine âşık edebilseydi, Ferzan Ağa da onların istediklerini yapmak zorunda kalacaktı.”

Doğrulup karşımda durduğunda yüzüme baktı. Kısa bir sessizliğin ardından, “Babanın en büyük aptallığı neydi, biliyor musun Genco?” dedi. Sözlerinin ardından öfkeyle üzerine yürüdüğümde elini kaldırdı. Onun bu hareketiyle duraksadım. Karşımdakinin ne olursa olsun, bir kadın olduğunu kendime hatırlatmaya çalıştım.

“Benim gibi bu fâni dünyada asla güvenmemesi gereken bir tek kişiye güvendi. Bergüzar’ın oğlu Sermiyan’a… O pislik herif, güzel Leyla’ya tutuldu. Aldığım haberlere göre peşinden ayrılmıyor, her yerde karşısına çıkıyordu. Ferzan Ağa’nın ise haberi yoktu. Bir süre sonra Leyla’nın intihar etmeye çalıştığını duydum. Nedenini ise Ferzan Ağa söyledi. Hamileydi. Amcanın tohumuna hem de…”

Ardından yüzüme bakıp devam etti. “Sonra yaşananları biliyorsun zaten.”

“Sen de bu günaha yıllarca göz yumdun, öyle mi?” Ben bağırmaya devam ederken o sakin bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. “Onu benden gizlediniz! Ne olursa olsun, sen de onlar kadar günahkârsın ve sen, bu mazinin en kötü kahramanısın!”

Ne bir üzüntü ne de bir acıma belirtisi vardı hissettiklerimde.

“Buraya kadar! Fermanlarla anlaşma bitti!Bizden uzak duracaksın. Kurt Aşireti artık benim yönetimimde ve sizin pislikleriniz benim araçlarımla taşınmayacak. Sen de bütün mal varlığını bugün Rojda’ya devredeceksin ve dönmemek üzere Amerika’ya gideceksin.”

“Asla! Aşiretimden, senden ve Rojda’dan ayrı kalmam ben! Öldürsen de!”

“Tamam,” diyereknamluya mermiyi sürerken, gözlerime bakıp ne kadar ciddi olduğumu anlamasını istedim. “Madem ölmek daha iyi bir seçenek senin için. Kabul!”

Namluya mermiyi sürdüğümde, “Hayır!” dedi. “Yapamazsın, Genco!”

“Beni tanımıyorsun, büyükanne!” diyereksilahı doğrulttuğumda, Rojda’nın namlunun ucunda durduğunu görerek şaşırdım.

“Yapma, Genco! Kıyma halama!”

Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladığında omzunu tuttum.

“Sen karışma, Rojda! Git buradan! Bu bizim meselemiz!”

“Hayır! Gitmem! Önce beni öldür o zaman!” dediğinde benim tüm gidiş yollarımı tıkamıştı. Böyle bir şeyi asla yapamazdım. Silahımı indirdiğim anda Rojda, büyükanneme sarıldı. Yüzlerine bir kez daha bakmadan, “Vedalaşın!” dedim. “Birbirinizi bir daha asla görmeyeceksiniz!”

Çalışma odasına geri döndüğümde herkes beni bekliyordu.

“Avukat İskender Bey’i çağır, Bevar!” Elimdeki silahı masaya bıraktım. “Büyükannem, her şeyini Rojda’ya devredecek!”

“Tamam, Ağam,” deyip odadan çıktığında, kapanan kapıya baktım sessizce. Babam nasıl böyle pis bir oyunun kurucusu olurdu? Ferzan Ağa bana bu şekilde anlatmamıştı. Hâlâ bilmiyor olabilir miydi? Sıkıntıyla yerime oturup başımı arkama yasladım.

“Kurt Aşireti ile Ferman Aşireti’nin bağı artık bitti.”

Gömleğimin kollarını kıvırıp derin bir soluk aldım. “Nerede kalmıştık?”

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published.

error: Content is protected !!