Öyle güzeldi ki… Hafif ıslak saçları esen meltemle uçuşuyordu. Üzerindeki gecelik her kıpırdanışıyla vücudunda süzülüyordu. Nefes kesiciydi ve ben bu kadına daha ne kadar çok âşık olabileceğimi bilmiyordum.
Benimdi. Parmağındaki yüzükle onun bana ait olma düşüncesi kalbimi sıkıştırırken kalbine henüz erişememiş olma düşüncesi kahrediyordu beni. Bugün kıskançlıkla kararan minik yüzünü hatırladığımda gülümsedim. Beni kıskanmıştı. Ve bu aşkım için sarılabilecek öyle büyük bir umuttu ki… Pervasızca tutunmaktan başka çarem yoktu.
“Ay!”
Sevdiğimin sesiyle hızlıca ona doğru adım attım. Düşmek üzere olan minik bedenini kavrayıp havaya kaldırdım. Kendime çekip yüzünü sardım. “İyi misin güzelim?”
Aldığı soluklar dudaklarıma çarpıyordu. Bu öyle kışkırtıcıydı ki! Dokunmak için çırpınan ellerim, ondan ayrılmamak için daha sıkı sararken dudaklarım titriyordu sanki. Gülkurusu dudaklarına kapanmamak için direnmeye çalışıyordum.
“Ben iyiyim! Düşecektim ama… Sen kurtardın…”
Gülümsedim. “Düşmene asla izin vermem! Asla!”
Gözlerini gözlerimden ayırmadan belini sardığım sol koluma daha çok sokuldu. Çok kısa bir süre sonra bulunduğumuz durumun farkına varıp hızlıca benden ayrılacağını biliyordum. Yanıltmadı. İki adım geriye çekilirken, alaycı gülümsememi göstermemek için başımı eğip ensemde gezdirdim ellerimi.
“Gelebildiniz demek, Savaş Ağa! Ben bu gece otelde kalırsınız diye düşünmeye başlamıştım.”
Başımı kaldırıp güzel yüzüne baktım. Biçimli kaşları çatılmış, dudakları büzülmüştü. Büyüsünden sıyrılabilmek için bir nefes almaya çalıştım. Ona bakınca her şeyi unutabilmek ne kadar kolaydı böyle. “Gelmemi isteyen sen değil miydin?” dedim tek kaşımı kaldırırken. Küçük bir oyun oynamaya karar verdim. Tepkisini görebilmek için delice bir heyecan duymaya başladım. “İstersen gidebilirim?” Sözlerimin ardından bakışlarımı çekip ardıma döndüm. Birkaç adım atıp, odaya girdiğimde kolumdaki sıcaklıkla duraksadım. İnce parmakları tüm gücüyle sarmalamıştı. Yüzümde oluşan tebessümle bekledim.
“Savaş?
Sözleri miydi soluğumu kesen yoksa tenime değen elleri miydi? Âşık olduğum kadın gitme diyordu. Nasıl gidebilirdim? O bana böyle yaklaşırken nasıl ondan uzağa gidebilirdim? Kör müydü bu kadın? Ona tutkun olduğumu görememesinin nedeni başka ne olabilirdi ki? Ya da… Aklıma gelen ihtimal keskin bir bıçak gibi saplandı yüreğime. Önce kolumu saran parmaklarını kavradım. Titrediğini hissettiğimde ardıma döndüm. “Rojda…”
Kara gözlerini gözlerimden kaçırırken dişlerini sıktığını fark ettim. Ardından buram buram öfke barındıran sesini işittim. “O kadına mı gideceksin?”
“Ne?” dedim şaşkınlıkla yüzüne bakarken. “Hangi kadın?”
Avuçlarımdaki elini çekip burnunu dikti havaya. Ellerini göğsünde kavuştururken bana sunduğu güzelliklerin farkında değildi. Geceliğinin kumaşı aşağıya doğru kaymıştı. Dolgun göğüslerinin baş döndürücü dolgunluklarını bana sunuyordu bilmeden.
“O işte! Bade…”
“Rojda…” dedim uzanıp dokunmaya çalışırken. Geri adım atıp aramızdaki mesafeyi arttırdı.
“Haftalar önce gazetede görmüştüm sizi. Ne diyorlardı?” dedi çenesinin altına sağ elini koyup. “Ah hatırladım! ‘Denizlerin Prensi’nin Kalbi, Esmer Güzeli’nin…’ Kocaman bir de fotoğraf vardı. Sen ve o kadın! O gece inkâr etmedin. Çünkü doğruydu.”
Açıklama yapmak için hareketlendiğimde elini kaldırıp durdurdu. “Bugün o kadın senin için gözlerimin önünde ağladı. Senin için kurduğu evlilik hayali sönüp gittiği için olmalıydı gözyaşlarının nedeni. Evlendiğini öğrenmesine rağmen senin ona dokunduğun gibi kimsenin dokunamayacağını söyledi. Kim olduğumu bilmeden sana olan aşkını anlattı bana. Kocamın sevgilisi! Ah! Yoksa metresi mi demeliydim?”
“O benim sevgilim değil!” dedim öfkemi zapt etmeye çalışırken. “Öncesini inkâr edemem ama…”
“Benden öncesi beni ilgilendirmez dememi bekliyorsan çok yanılırsın, Savaş Ağa! Zira bu hikâye bitmemiş henüz! Senin cephende her şey hallolmuş görünse de o kadın sana âşık!”
“Ama ben ona âşık değilim!” dedim sesim yükselirken.
“Öyle mi? Buna nasıl inanmamı bekliyorsun peki? Ona dokundun sen… Onu istedin, arzuladın, onunla seviştin! Bunun bittiğine nasıl inanabilirim ben?” Sesinin tüm yalıda yankılandığının farkında bile değildi. Ben ise onu durduramayacak kadar öfkeliydim.
“Evet, istedim! Yaşadım ve bitti! Seni tanıdıktan sonra…”
“Yalan söyleme! Biz tanışalı aylar oluyor! Onca zamandır o kadına dokunmadığına inanacak kadar saf değilim!”
Sustum. İnkâr etmemin hiçbir yararı olmayacaktı. O kadar öfkeliydi ki… Ben ise yaşanan o gecenin pişmanlığını hâlâ yaşıyordum. Rojda’nın parmağında Genco’nun yüzüğünü gördüğüm o gece, Bade’nin yanıma gelmesini istemiştim. O kadar içmiştim ki… Hiçbir anını hatırlayamasam da sabah onun yanında çırılçıplak uyanmıştım. Rojda’yı gördüğüm andan itibaren tek bir kez dokunmuştum ona. Nasıl böyle bir aptallık yaptığıma dair bir açıklama bulamıyordum.
Dudaklarından kahkahalar savrulurken gözlerine dolan yaşları fark ettim. “Evlendiğimiz o gün Genco’nun sana ne söylediğini hatırlıyor musun? Beni aldatırsan ya da üzerime başka bir kadın, bir kuma getirmeye kalkarsan beni geri alacağını söylemişti! Konağına götüreceğini…”
Hayatımda öyle büyük acılar yaşadım ki… Her biri birbirinden derin, birbirinden ağır yaralar bıraktı bende. Üstelik bunlar bedenimde olsa zamanın, hayatın çare olabileceği izler değildi. Ruhumdaydı. Kimsenin ulaşamayacağı kadar derindeydi. Ve kalbimdeydi. O an, sevdiğim kadının, Rojda’nın dudaklarından duyduğum sözler bunların en büyüklerinden oldu. “İstediğin bu mu?” dedim öfke gözümü kör ederken. Yıllardır dizginlemeye çalıştığım öfkemi bu kez kontrol altında tutmak için çaba göstermedim. Karşımdaki kadına yaklaşıp kollarını kavradım. “Söyle! Bu yüzden mi çabaların? Genco’nun yanına gidebilmek için mi?” Onu hırpalıyor olsam da umurumda değildi. Kalbim öyle acı doluydu ki… Dağları yerinden oynatacak kadar büyüktü öfkem. “Bade’nin peşinden bu yüzden mi gittin bugün? Ondan seni aldattığımı duyabilmek için miydi mücadelen?”
“Savaş…”
Kollarımda titrese de umursamadım. “Dinle o zaman! Duymak istediklerini ben söyleyeyim sana. Bade sevgilimdi. Seni tanımadan önce hayatımdaydı. Babamın haberini alıp Urfa’ya dönmek zorunda kalana dek… Seni gördüm. Kapıldım sana. Tek bir bakışınla beni kendine tutsak ettin. İmkânsız olduğunu öğrendim. Yılmadım. Benim olamayacağını bilsem de sırf seninle vakit geçirebilmek için konağı senin düzenlemeni istedim. Yetmedi. Avunmadı kalbim. Genco’nun seni sevmediğini ispat etmek istedim. Ama sen inanmadın bana. Sözlerinle, parmağına taktığın o yüzükle uzağa savurdun beni. O gece onunla son kez birlikte oldum. Hatırlamasam da sabah benimle uyandı. Ve ben o gün yüzünü bir daha görmeyeceğime yemin ettim. Ta ki Genco arayana kadar… Kader seni bana getirdi. O imzayı ben istemesem hiçbir güç attıramazdı bana Rojda! Senin için her şeyi göze aldım! Seni koruyabilmek için, yanında kalabilmek için bu evlilik oyununa gönüllü girdim ben!” Gözlerinden yaşlar akarken hıçkırıklarıyla küçük bedeni sarsılıyordu. “Ama seni aldatmadım. Karım olduğun, soyumun ismini aldığın o gün benim için bütün kadınlar yok oldu. Sadece sen kaldın. Ve bu hiç değişmeyecek. Karım olduğun sürece ben sana sadık bir adam olacağım.”
Kollarını bırakırken geri çekildim. “İstiyorsan şimdi Genco’ya gidebilirsin. Şu an, şu kapıdan çıkabilirsin. Sana dur demeyeceğim. Ama kalırsan… Genco’ya olan hislerini de yok edeceksin! Benden istediğin sadakati sadece bedeninle değil, kalbinle de göstereceksin! Seçim senin…” Yüzüne daha fazla dayanamayarak banyoya attım kendimi. Soğuk suyu açıp, kıyafetlerimle altına girdiğimde gözlerimden akan yaşların suya karışmasına izin verdim.
Alnımı dayadığım fayansta, suya teslim ettim kendimi. Başımdan aşağı dökülen su sadece kalbimin sesini duymamı sağlıyordu. Çocukluktan beri yapmaktan zevk aldığım bu küçük oyun, o an için bana acı veriyordu sadece. Çünkü kalbim acıyordu. Öylesine sızlıyordu ki… Yüzümün çevresinden süzülen su, soluk soluğa kalmış bedenime çare olamıyordu.
Yumruklarımı sıkıp duvara dayadım. Önce sağ elimle ardından sol elimle vurdum. “Ah!” Haykırdım. Ruhumun acısını bedenimden ve etrafımdan çıkarmaya çalıştım. Faydasız olduğunu biliyordum. Ama yine de yaptım.
Kızaran ellerim umurumda değildi o an. Aklım fikrim ondaydı. Ya gittiyse? O zaman ne yapardım? Nasıl kalırdım ayakta? Onun o adama gitmesini nasıl kaldırırdı kalbim? Dakikalar birbiri ardına aksa da umurumda değildi. Soğuk su bedenimi dondursa da… Orada öylece vurmaya devam ettim.
Rojda…
Bana git demişti. Git… Öyle kolaydı ki arkasına dönüp benden uzaklaşması… Beni ardında o kadar kolay bırakmıştı ki… Peki, benim gözlerimdeki yaşlar ne içindi? Onun git demesi miydi nedeni? Yoksa benim artık gitmeyi isteyip istemememden emin olamayışım mıydı?
Oysa sadece birkaç gün önce bana bu şansı verseydi… Gider miydim? Onu burada bırakıp bir yabancı gibi hayatından çıkabilir miydim?
Titreyen sol elimdeki yüzüğe baktım öylece. Sanki bana yol gösterebilecekmiş gibi… İçimdeki koca sıkıntıyı alıp götürebilecekmiş gibi… Bana kim olduğumu, neden onunla olduğumu hatırlatabilecekmiş gibi…
Halamın şu an burada olmayışına sevindi bir yanım. Zira burada olsaydı beni ondan koparıp, sürükleyerek götüreceğine adım kadar emindim. Olsaydı eğer bana seçme şansı vermezdi. Onun gibi ya kal ya git demezdi. Sadece gidelim derdi. Genco’nun kalbine asla sahip olamayacağımı, onun istediği gibi onun kadını, doğacak vârislerinin anası olamayacağımı bilmesine rağmen…
Bunu artık istiyor muydum? Emin değildim. Yıllardır bana vadedilen o hayatı, o adamı isteyip istemediğimi bile bilmiyordum. Bildiğim tek şey karmakarışıktım. İçerideki adam yüzündendi üstelik bu hâlim. Her adımından emin olan, hayatında her daim net olan ben, ben değildim artık sanki…
Başımı kaldırıp aynadaki aksime baktım. Ben, Rojda Kurt olarak kalmayıp, seçip gidecek miydim? Yoksa burada kalıp Rojda Kahraman olmaya devam mı edecektim?
Duyduğum seslerle irkildim. Haykırıştan ibaretti. Bir yerlere vuruyor olmalıydı. Olduğu yere, banyoya doğru girdiğimde fayansı yumrukluyordu. Hızlı adımlarla, ıslak olan zeminde düşebilme ihtimalimi dahi umursamadan kabine girdim. Tekrar vurmak için havalanan yumruğunu iki elimle kavrayıp durdurdum. Gözlerine bakmak için başımı kaldırdığımda tepemizden dökülen suların altında şaşkın bir hâlde bana bakıyordu. Orada olduğuma inanamıyor gibiydi.
“Seni gördüm. Kapıldım sana. Tek bir bakışınla beni kendine tutsak ettin.”
Sözleri zihnimde yankılandığında titredim.
“İmkânsız olduğunu öğrendim.”
Evet, imkânsızdık biz. Bu bahaneyle avutmamış mıydım kalbimi? O bana her adım attığında böyle geriye savurmamış mıydım ikimizi? Bu bahaneyle önüne geçmeye çalışmıştım hoyratlaşan duygularımın önüne.
“Kader seni bana getirdi.”
Öyle miydi sahiden? Babamın ölümü ve Genco’nun evlenmemiz için onu çağırdığı anlar canlandı zihnimde. Hiç düşünmeden benim için gelmişti.
“Karım olduğun sürece ben sana sadık bir adam olacağım.”
Benim miydi gerçekten bu adam? Sadece bana mı aitti?
“İstiyorsan şimdi Genco’ya gidebilirsin. Şu an, şu kapıdan çıkabilirsin. Sana dur demeyeceğim. Ama kalırsan… Genco’ya olan hislerini de yok edeceksin!”
Genco’ya dair olan hislerim mi? Ona karşı ne hissettiğimi bile bilmiyordum ki! Genco benim için mecburiyetti. O dünyaya gözlerimi açtığım andan itibaren hayallerimde olması sağlanan bir adamdı sadece. Benimle olmasa da ben mecbur kılınmıştım. Onundum, onun olacaktım. Hep böyle avutulmuştum. Ama olmamıştı. Ben onun olmamıştım. O da benim… Ne o beni tanımıştı ne de ben onu tanımıştım. Genco’yla iki yabancıdan farksızdık.
Ama Savaş… Onu tanıyordum. Yaralarını tam olarak çözemesem de orada olduklarını biliyordum. Öfkesini, alaycı gülüşlerini ve cesaretini de… Gözlerine bakmayı seviyordum. Onların üzerimde gezinmesini, beni deli etmesini… Ama daha fazlasına ne cesaretim ne de gücüm vardı. Gitmeye de…
“Gitmeme izin verme!” dedim elini kavrayan ellerimi ıslak gömleğinin yapıştığı göğsüne yaslarken.
Nefesini tutmuş gibi derin bir soluk aldı. Ben tepkisinden ürkerek, yüzüne baktığımda kollarını belime sardı. Başını boynuma gömerken onlarca öpücük kondurdu. Beni havaya kaldırdığında ellerimi omuzlarına sardım.
“Savaş!” dedim şaşkınlıkla.
Kıvrılan dudaklarını boynumda hissettiğimde fısıldadı. “Teşekkür ederim!”
Cevap vermedim. Islak kollarının arasında, vücuduna yaslanmış hâlde öylece durduk. Parmaklarım ensesindeki ıslak saçlarının arasına kayarken hayatımda ilk kez doğru bir karar verdiğimi yüreğimde hissediyordum. Beni kollarında sararken ıslak bedenlerimiz birbirine yaslanmıştı.