Rojda…

Parmaklarımı gezdirdiğim siyah tutamların yumuşaklığıyla iç çektim. Onu tanıdığım andan beri ilk defa güçsüz gördüğüm adamın hâli yüreğimi sıkıştırmıştı.

“Uzun zamandır böyle görmemiştim onu…”

Sağ eli nefes alamıyormuş gibi boynuna kenetli kadına çevirdim bakışlarımı. Endişesinin boyutunu ve sözlerinin anlamını çözemeyecek kadar karmaşık ve yorgun hissediyordum kendimi. Ancak çaba göstermesine gerek kalmadı. Endişeli bakışlarımın karşılığını almam uzun sürmedi.

“Ağabeyim, onu bana getirdiğinde beş yaşına yeni girmiş küçücük bir çocuktu. Öyle yaralı, öyle çaresizdi ki… Günlerce ateşler içinde annesini sayıkladı.”

“Anne…”

Yanımda uzanan Savaş’ın kurumuş dudaklarından duyduğum inlemenin arasından seçilen o kelimeyle titredim.

“Tıpkı şimdiki gibi…”

Gözlerimi onun yüzünden ayırmadım bu kez. Parmaklarımı gezdirdiğim siyah tutamların yumuşaklığıyla iç çekerken bile gözlerim kirpiklerinin gölgelediği suretteydi. 

“Doktor, yaptığı iğnenin birkaç saate toparlanmasını sağlayacağını söyledi.”

Birkaç dakika öncesi zihnimde belirdiğinde yanaklarım kızardı. Beni kendisine doğru çevirmesi, ateşler içindeki başının boynuna sokuluşu, inleyerek adımı söyleyişi… Doktor ve Kardelen’in dikkatini çekmemiş olan bu detaylar, hatırladıkça tüm benliğimi titretmeye yetecek güçteydi.

“Buradayım Savaş…” Kulağına defalarca bu iki kelimeyi fısıldayışımın manasını hâlâ bulamıyordum. Kalbimdeki o ufacık köşe, ona yanında olduğumu hissettirmek istemiştim. Yalnız olmadığını bilmesini istemiştim. Onu bırakmadığımı, gitmediğimi…

Doktor, onun üzerinde sırılsıklam olan kıyafetlerin çıkarılmasını istediğinde kıpırdayamamıştım yerimden. Çıplaklığa kavuşan iri bedeni gözlerimin önüne serildiğinde gözlerimi kaçırmıştım. Ta ki iğnenin kalçasına yapılacağını öğrenene dek. Kocaman açılan gözlerim ve dehşete düştüğünü gösterdiğim için açılan dudaklarımla ne kadar komik göründüğümü bilmiyordum. Çarşafın ardından görünen o sıkı kalçaları hatırladığımda titrek bir nefes çektim ciğerlerime. Oflaz’a haber vereceğini söyleyip odadan çıkan kadının farkına varamadım bile.

“Anne…”

İşittiğim inlemeyle karışan sözcükle irkildim. Gözlerim buğulanırken siyah tutamlarda gezindi parmaklarım usulca. Ansızın aklıma gelen düşünceyle hareketlendim. Eşyalarımı çıkardıktan sonra dolabın altına yerleştirdiğim bavulu kavrayıp yere bıraktım. Dizlerimin üzerine çökerken üzerimde ıslaklığı neme dönüşen geceliğimin farkında bile değildim. Metal tokaları çözüp araladım. Kumaşın iki kata büründüğü orta yerine gizlenen fermuarı kavradım. Heyecanla çekip parmaklarımla günler önce yerleştirdiğim defteri aradım. Ancak karşılaştığım yokluk beklemediğim tek husustu. Telaşla doğruldum. Parmaklarımı o dokudan ayırmadan sürttüm. Yoktu! Bavulun her bir köşesini defalarca kontrol etsem de bulamadım. Zihnimde konağa gelirken onu yerleştirdiğim anlar canlandı. En son Urfa’ya, Savaş’ın konağına varmadan gördüğümü anımsadığımda aklıma gelenlerle yumruklarımı sıkıp dizlerime vurdum.

“Hayır! Bu kadarını yapmış olamazsın, hala!”

Küçücük de olsa bir ümitle kalktım çöktüğüm yerden. Komodinin üzerine bıraktığım telefonu kavrayıp ezbere bildiğim numarayı tuşladım. Kulağıma dayadığım anda işittiğim sesle dişlerimi sıktım.

“Senin almadığını söyle, hala!”

“Rojda? Güzel kızım, iyi misin?”

“Zelal Kahraman’ın günlüğü sende mi hala?” Sesim odada yankılanırken Savaş’ın yatakta kıpırdandığını fark ettim. Telaşlı adımlarla terasa çıkıp bekledim.

“Onun sende olması doğru değildi, Rojda.”

“Ya sende olması? Çok mu doğru, hala? Neden? Neden yapıyorsun bunu?”

“O defter bir yükten başka bir şey değil! Hiç olmaması, bulunmaması gerekiyordu!”

“Sakın ona dokunma!” İlk defa halama karşı koca bir öfke duyuyordum kalbimde ve ruhumda. Ona ikinci kez karşı koyuyordum. Ve ikisi de benim için, Savaş içindi. “Zerresine dahi zarar gelmeyecek! O Savaş’ın!”

“O ölmüş bir kadının günah defteri sadece!”

“Okudun değil mi?” Dişlerimi sıktım. “Tabii ki okudun!”

“Evet, okudum. İnkâr etmeyeceğim. Ama orada yazılanların bir anlamı yok, Rojda!”

“Var! Oradaki her satırın, her sözün anlamı var, hala! Savaş da öğrenecek!”

“Bunca yıl sonra öğrenince ne olacak sanıyorsun? Ne yapacak biliyor musun? Her şeyi, herkesi yakıp yıkacak. Kendini de…”

“Biliyor muydun?” dedim gerçeklerin farkına varan benliğim sarsılırken. “O defter ortaya çıkmadan önce de… Biliyordun, değil mi hala?”

“Hayır, Rojda.”

“Yalan söyleme! Bana yalan söyleme!” Haykırışımla bahçede gezinen korumalar bulunduğum terasa bakarken dişlerimi sıktım. “O yüzden aldın o defteri! O yüzden gittin!”

“Sadece görmem gereken biri vardı.”

“Neredesin şimdi?” Titreyen parmaklarımı saçlarımdan geçirirken duyacaklarıma hazırlamaya çalıştım kendimi.

“Ejder Atabeyoğlu’nun çiftliğindeyim.”

“Zelal’in babası! Ne işin var orada, hala?”

“Savaş’ın onu buraya getirdiğini öğrendim. Mezarını görmeye geldim.”

O an eksik tüm taşların yerine oturduğunu hissettim. Kocamın kendinden geçmeden önce “Beyaz!” diye haykırışları kulaklarımda çınladı. Titreyen bedenimi ayakta tutmaya çalışırken metal tırabzanlara tutundum. Onun bu hâle halam yüzünden geldiğini biliyor olmak nefesimin kesilmesine neden oldu. Engel olmalıydım.

“Buraya geliyorsun!” dedim dişlerimi sıkarken. “Yarın sabah o defterle birlikte Kardelen Kahraman’ın yalısında olacaksın!”

“Rojda!”

“Hala, eğer gelmezsen o defterde yazanları Savaş’ın gözlerinin içine bakarak anlatırım! O defterin sende olduğunu söylemekten de çekinmem! O vakit kocamın sana öfkesinin önünde de durmam bilesin!”

İtiraz dolu cümlelerini duymamak için telefonu kapattım. Derin soluklar alıp kendimi dizginlemeye çalışırken, adımı fısıldayan sesini işittiğimde telaşla odaya döndüm. Yakışıklı yüzünde biriken ter damlalarını gördüğümde yatağa doğru hızlıca adımladım. Çökercesine yanına oturdum. Sessizleştiğinde ve kıpırtıları yok olduğunda doğruldum. Üzerimdeki geceliği sıyırdım. Yeni bir gecelik giymek isterken tekrar adımı söylediğini işittim. Ardıma baktığımda gözleri yarı aralıktı. Islak geceliği çıplak göğüslerime kapatıp telaşla yanına gittim. Üzerimde sadece küçük çamaşırım vardı. Ama o an tek önemsediğim Savaş’tı.

“Buradayım!” dediğimde rahat bir nefes aldı. Gözleri kapanmak üzereyken doğruldum. Ta ki kolumda güçlü parmaklarını hissedene dek.

“Gitme…”

“Savaş…”

Onun iç çekişiyle yanına uzandım. Sırtını göğsüme yasladığında karnımın üzerinde kenetlenen ellerle titrek bir nefes aldım. Gecelik ellerimden sıyrılıp yere düşeli çok olmuştu. Çıplak kalan göğüslerimi utançla ellerimle kapatmaya çalıştım. Kalçama yaslanan kocama bakmamak için gözlerimi kapadım.

“Rojda…” Adımı defalarca fısıldarken ellerinin üzerine bıraktım ellerimi. Güçlü parmakları ellerimi sıktığında canım acıdı. Bu yüzden ellerini gevşetti. Tam o anda büyük eller boşluktan faydalanıp göğüslerimi sardı.

“Çok bekledim seni.” Rüyada gibiydi. Sözlerinin arasında anlayamadığım fısıltılar vardı. “Benim olmanı çok istedim.”

Başımı çevirdiğimde gözlerini kapatmıştı. Sayıklıyor gibiydi. Sözlerinin ardından öylece duramazdım. Kıpırdanıp kolları arasında döndüğümde elleri sırtıma ardından kalçalarıma indi. Yüzünü sarıp kokusunu içime çekerken fısıldadım.

“Özür dilerim, Savaş.”

Ona bilmeden yaşattıklarım için defalarca özür diledim. Duymadı beni. Ne sözlerini ne de kalbini yakan o acının nedenini… Günlük aklıma geldiğinde kocamın koynuna sığındım. Sıkıca sarmalanırken, böylesine kıymetli bir emanete sahip çıkamadığım için pişmanlıkla kavrulan benliğimi onun sıcaklığında avutmaya çalıştım çaresizce.

Parmaklarımı siyah tutamlarda gezdirirken, alnımı alnına yaslayıp yumdum gözlerimi. Bilmiyordu. Günah ve yalanlarla dolu geçmişin kapıları aralanmış, gerçekler gün yüzüne çıkmak için adım atmaya başlamışlardı.

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!