43. Bölüm

“Amelya’m?”

Genco’nun sesiydi bu. Kapının önünde durmuş, beni izliyordu. Gülümsedim. Varlığına o kadar ihtiyacım vardı ki… Kalbim ona duyduğum özlemle çarpıyordu. Tenini hissetmek istiyordum. Boynundaki en sevdiğim köşeye sığınmak ve güçlü kolları arasında kalmak istiyordum. Sonsuza dek… Ayağa kalktığımda bana doğru yavaşça yürüdü. Elindeki kutuyu yatağımıza bırakıp belimi sardı.

“Gelinim,” dedi gözlerimin içine bakarken. “Çok güzelsin… Seni her gördüğümde daha güzel olamaz diyorum. Sonra bir bakıyorum, yanılmışım…” Sağ eliyle yüzüme dokunduğunda yanağımı yasladım usulca.

 “Sana dokunduğum her an, sen bana böyle güzel baktığın her saniye şükrediyorum kadere. İyi ki diyorum… İyi ki bana saklamış seni… Sonra kızıyorum kendime…” dediğinde kaşlarımı çattım. Neden kızıyordu? Pişman mı olmuştu? 

“Neden diyorum? Neden daha önce değil?” dediğinde, gülümseyerek yüzümdeki elini tuttum ben de. “Geç kaldım aslında sana… Yaşadıklarını bilseydim, seni almak için çok daha önce gelirdim.”

“Olsun. Geldin… Beni kurtardın… Kahramanım oldun.”

İnleyerek kapandı dudaklarıma. Öpücüklerine hissettiğim tutkuyla ve aşkla karşılık verdim. Soluk soluğa ayrıldığımızda alınlarımızı birbirine yasladı.

“Amelya,ben sana…” diye söze başladı. Duymak için aylarca beklediğim şeyi söyleyeceği o an Samira’nın sesiyle bölündü.

“Misafirler geldi. Herkes sizi bekliyor,” diyerek içeri girdi. “Ah, pardon!” deyip arkasına döndü. Onun bu hâline gülsem mi, kızsam mı bilemeden baktım. Genco ise ufak bir kahkaha atıp geri çekildi. “Dönebilirsin, Samira.”

Bize döndüğünde yanakları al al olmuştu.

“Hadi, zamanı geldi.”

Genco, “Tamam, geliyoruz,” dediğinde Samira hızlıca dışarı çıktı. Genco ise gülmeye devam ediyordu. Yatağa doğru yürüdüğünde eline aldığı kutuyu gördüm. Odaya geldiğinde yanındaydı. Bana yaklaşıp bir adım karşımda durdu.

“Bu sana… Sevgili karıma…” deyip kapağını açtı.

Mavi taşlarla süslenen kelebekten kolyeyi gördüğümde derin bir soluk verdim. Öyle güzel ve gerçek gibi görünüyordu ki. 

“Bu çok güzel, Genco!” dediğimde kutudan çıkardı. Arkama geçtiğinde sağ omzuma bırakılan saçlarımı kaldırdım. Tenime değen soğuklukla ürpersem de ardından gelen öpücük kalbimi titretti. Belimi sarıp kendisine yasladığında ellerim ensesini buldu. Kendime daha çok çektiğimde kulağıma fısıldadı.

 “Kelebeklerin ömrü bir gündür, Amelya. Ama bu kelebek… Bizimle birlikte sonsuza dek var olacak,” dediğinde gözlerimdeki yaşlarla gülümsedim. Öyle güzel ve anlamlı bir hediyeydi ki… Sol eline dokunduğumda hızla çektim kendimi. Şaşkınlıkla bana baktığını gördüğümde, eteklerimi kavrayıp çekmeceye uzanıp küçük kutuyu uzattım.

“Bu da benim sana hediyem,” dediğimde kalbimi sıkıştıran o yamuk gülümsemesi belirdi yüzünde.

“Sen bana hediye mi aldın?” Elimdeki kutuya bakıp aldı. Bir tek hareketle açtığında, seçtiğim beyaz altından yapılan alyans vuran ışıkla parladı.

“Alyans?” deyip başını kaldırdı. “Bu durumda bir terslik yok mu?” dediğinde omzumu silktim. Kollarımı göğsümde birleştirip gözlerimi kıstım.

“Senin aklına gelmediği için ben alayım dedim.”

Gülümsedi. “Sen bana laf mı sokuyorsun?” Üzerime doğru geldiğinde geri adım atmaya başladım. “Kocana alyans aldın, öyle mi?”

“Evet,” dedim bir adım daha geri atıp. “Etrafında çok manken oluyormuş. Hem sahibin olduğunu bilsinler istedim.”

“Sen benim sahibim misin?” dediğinde ellerimi belimde birleştirdim.

“Evet! Ben nasıl seninsem, sen de benimsin!”

Karşımda durup alnıma bir öpücük kondurdu. Şaşkınlıkla yüzüne baktım.

“Peki, madem öyle, sevgili karım yüzüğümü takabilir mi?”

Titrek parmaklarımla yüzüğü alarak ait olduğu yere, sol elinin yüzük parmağına yerleştirdim. Ellerimizi ayırmadan gözlerime baktı.

“Son nefesime dek parmağımda olacak…” Sonra elimi tutup kapıya doğru yürüdü. “Şimdi düğünümüze katılalım, sevgilim.”

Düğünümüz o kadar kalabalıktı ki. Gezmekte zorlandığım koca bahçe insanlarla doluydu. Patlayan havai fişekler altında, alkış sesleriyle merdivenlerden inmeye başladık. Başımı kaldırmaya korkuyordum. İnsanların hepsi bizi izliyordu. Düşmemek için gelinliğimin eteğini kavrasam da kuyruğu o denli uzundu ki zapt etmekte güçlük çekiyordum. Genco parmaklarımızı kenetlediğinde ondan aldığım güçle kendimi toparlamaya çalıştım. Bu benim düğünümdü. Benim en mutlu günüm olmalıydı. Bahçeye indiğimizde masaların arasından geçtik. Altı aşiretin ağaları ve eşleri az ilerideydi. Samira, Karan ve Lalezar ise onların yanındaki masadaydı. Lalezar’ın yüzüne baktığımda başını çevirdi. Onun bu tepkisine üzülerek başımı eğdim. O an çalmaya başlayan şarkıyla irkildim.

Genco’ya baktım merakla. O çarpık gülümsemesiyle önümde yürüyordu. Düğün müziklerimizi o seçmek istemişti. Ben de çok bilmediğim için karışmamıştım. Ama bu şarkı… O gece, Taksim’den dönerken radyoda duyduğumuz ve onun sesinden dinlediğim şarkıydı. Bizim ilk şarkımızdı. Belimi sardığında ellerimi boynuna sardım. Ve şarkı başladı.

“Seni kaybetmekle yüzleştim dün gece restleştim korkusuyla

Ne tuhaf şey ki düşüncesi dahi yetti mahvolmama

Hey gidi ben sana ne oldu öyle ki emindin aşksızlıktan

Yalnızlık fihriste eski sevgili muafsın mutsuzluktan

Saçlarından gözlerinden

Bende iyi duran sözlerinden

Senden benden bahsetmem lazım

Kim varsa umudunu kaybeden…”

Başımı omzuna yasladım. Kollarının arasından çıkmayı hiç istemiyordum ancak gözlerini de görmeye ihtiyacım vardı. Başımı kaldırıp alınlarımızı birbirine yasladım. O an gözlerimiz kenetlendi. Ne o konuştu ne de ben… Yalnızca şarkının sözleri vardı…

“Saçlarından gözlerinden

Bende iyi duran sözlerinden

Senden benden bahsetmem lazım

Kim varsa umudunu kaybeden…”

Doldurulan şampanya kadehleri coşkuyla kaldırıldığında herkes keyifliydi. Kocam, “Düğünümüze hoş geldiniz! Hepinize, beni ve karımı bu özel gecemizde yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederim! Kadehimi güzel eşim için kaldırıyorum! Amelya Uluhan’a!” dediğinde bahçedeki herkes adımı söyledi. Utanarak başımı eğdiğimde Genco belimi sıkıca kavradı. İlerleyen saatlerde ikram edilen yemekler yenmişti. İlk şarkımız dışındaki tüm şarkıları düğün için seçilmiş bir şarkıcı söylüyordu.

Yedi Aşiret ağaları adına özel bir dağ evi hediye edildi. Toprak Ağa’nın neşeli sözleriyle birlikte verdiği anahtarı alırken gülümsüyordum. Öyle neşeli bir adamdı ki her sözü tebessüm kaynağıydı.

Bevar, Genco ve benim için küçük bir tekne yapmıştı. Elleriyle yaptığını öğrendiğimde şaşırdım. Onun bu kadar yetenekli bir adam olduğunu bilmiyordum. 

Samira ve Karan, Mısır’daki çiftlik evlerinin yanında olduğunu söyledikleri arsaya bizim için bir ev yaptırmışlardı. Onları ziyarete gittiğimizde kendimize ait olacak bu evde rahat etmemizi istediklerini söylediler.

Her bir hediye çok özel ve anlamlı olsa da beni en çok etkileyen Bevar’ın hediyesi oldu.

Önümdeki su dolu bardağımdan bir yudum daha alıp etrafıma bakındım. Genco yoktu. Az önce birkaç adamla konuşuyordu. Endişeyle yerimden kalktım. Gelinliğimin eteğini kaldırıp etrafa bakarak yürümeye başladım. Kalbim endişeyle atarken aklıma gelen şeyler soluğumu kesiyordu. Cihan da yoktu. Ya Genco’ya bir şey yaparsa? Yolumu kesen kadın yüzünden durmak zorunda kaldım. Bu, Cihan’ın sevgilisiydi. Derin dekolteli kırmızı gece elbisesinin içinde çok güzel görünüyordu. Saçlarını tepesinde sıkı bir topuz yapmıştı. Çekik ela gözleri koyu siyah bir makyajla çevrelenmişti. Bana bakıp gülümsedi. Elini uzattığında ben de uzanıp kavradım. Bana doğru yaklaştığında şaşkındım. Ta ki kulağıma fısıldadıklarını duyana dek…

“Genco’nun, bana tercih ettiği sensin demek, ufaklık?”

Oydu… Kocamın eski sevgilisiydi. Telefonunda fotoğrafı olan ve biz Mardin’deyken sürekli onu arayan kadındı. Peki, ya Cihan Ağa? Onun sevgilisi değil miydi? Hem değilse, neden buraya onunla gelmişti? Aklıma gelenlerle öfkeyle elimi çekerek, başımı çevirip yüzüne baktım.

“Kocamın geçmişi beni ilgilendirmez!” dedim gözlerimi kısarken. “Adı üstünde, geçmiş geçmiştir!”

“Peki, o zaman, küçük kız,” dedi ellerini göğsünde kavuşturup. “İki gün öncesi de senin için önemsiz olmalı… Malum geçmiş…”

Kendimi sakin olmak için kasarken duyduklarım soluğumu kesmişti.

“Ne saçmalıyorsunuz?”

“İki gün önce çalışma odasında üzerime atladı resmen! O kadar istekli olmasını aslında şimdi anlıyorum. Onu yeterince tatmin edemediğin çok açık…” deyip dudaklarını büzdü.

Gözlerim dolarken onun birkaç adım geri atmasını izledim. Dudaklarımı aralayıp içimdeki yangını savurmaya çalışacağım sırada Genco, Karan ve Samira’nın bize yaklaştığını gördüğümde, dolan gözlerimi görmemesi için başımı çevirdim. Beni aldatmıştı demek! Bu nedenle o gün yanıma geldiğinde, yorgun olduğunu söyleyip bana dokunmamıştı. Ne kadar aptaldım! Belimi saran kolları hissettiğimde bu ihaneti asla affetmeyeceğimi biliyordum. Ama şimdi belli etmemeliydim. Gülümsemeye çalıştım.

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!