Kara gözleri yaşlarla dolmuş, güzel sureti şaşkınlığa bürünmüştü. Ancak onda hissettiğim en yoğun duygu hayal kırıklığıydı. Onu kollarımın arasına aldığımda daha keskin bir şekilde yayılmıştı benliğinden. Hep bildiği ama hep yok saydığı hakikati nihayet işitmesinin tesiriydi bu.
“Rojda? İyi misin?” dedim küçük yüzünü avuçlarımın arasına alırken. “Bak bana!”
Titreyen sadece bedeni değildi. Küçücük sureti, gülkurusu dudakları… Avuçlarımın arasında hissediyordum her kıpırdanışını. İçimi yakan kara gözleri beni bulamıyordu. Az önce durduğum yerde, Beyaz’ın ayaklandığı o köşedeydi.
“Savaş…”
Adım titrekçe dudaklarında kaybolduğunda, “Buradayım… Buradayım güzelim!” dedim.
Sözlerimle varlığımı yeni fark etmiş gibi irkilerek bana baktı. Yüzünü saran ellerimi tutup gözlerini kırpıştırdı. “Bizi yalnız bırakır mısın?”
İşitmeyi beklediğim sözlerden o kadar farklıydı ki… Şaşkınlıkla kısa bir an yüzüne baktım. Ardından ise tedirginlik sardı her yanımı. Bunu neden benden istediğini, onunla neden yalnız kalmak istediğini anlamaya çalıştım. Bu durumda ne yapacağını, onunla ne konuşacağını? Zihnimde beliren hiçbir sorunun cevabını bulamadım. Gözlerime kenetlenen bulutlanmış karalara bakıp, sadece alnına dudaklarımı değdirip fısıldadım. “Peki, güzelim.” Bir kez daha o kadının olduğu yere bakmadan avuçlarımdaki güzel yüzü bıraktım. Merdivenlere yönelirken yaptığımın bir hata olmamasını ümit ediyordum.
Rojda…
“Neden?”
Öylesine sakindi ki! Rahatlamak yerine daha çok endişelenmeme neden olmuştu bu durum.
“Neden? Neden? Neden?” Fısıltıyla başlayan sözlerim haykırışlara büründü. “Bunu neden yapıyorsun, hala?”
“Her şey senin için…”
“Benim için mi?” dedim titrek parmaklarımla kendimi gösterirken. “Benim için mi ona acı çektirmeye çalışıyorsun, hala?”
“Anlamıyorsun Rojda!”
Kısacık bir an soluğum avuçlarımı yakarken kendi kendime fısıldadım. “Anlamıyorum!” Parmaklarımı yüzümden ayırırken gözlerimden süzülen yaşlar umurumda bile değildi.
“Ona duyduğun nefretin nedenini anlamıyorum. O kadına neyin bedelini ödetmeye çalıştığını anlamıyorum. Yaşadığı bile meçhul olan o bebeği neden öldürmek istediğini anlamıyorum. Ben seni tanıyamıyorum, hala. Babamın kanını taşıyan o kadını göremiyorum artık gözlerinde. Bir yabancı gibisin. Beni büyüten o kadın değilsin sanki…”
“Mazide gizlenenler o tozlu yıllardan çıktığında ne olacak sanıyorsun? O mutlu mu olacak? Yedi Aşiret o bebeği kabul mü edecek? Herkes mutlu mu olacak sanıyorsun? Olacakları sana söyleyeyim, küçük hanım. Cehennem yerine dönecek tüm Mezopotamya. Değil taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayacak.” Yerinden doğrulup üst katı işaret etti. “Kimseyi görmeyecek gözleri. Kimseyi…” Ardından küçümseyici bir ifadeyle beni işaret etti. “Seni bile…”
“Ondan mazisini gizleyen ben olmayacağım, hala!” dedim gözlerimdeki yaşları hırsla silerken. “Ben, sadece o defteri ona teslim etmekte geciktim! Başka bir suçum yok! Şimdi onu bana ver!”
“Hata ediyorsun, Rojda! O, senin kıymetini asla bilemeyecek. O, babasına benziyor. Kalbini, hislerini kabul edemeyecek kadar duygusuz bir adam… Eğer o bebek yaşıyorsa, senin ve kardeşinin arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsa… Görmeyecek gözleri seni. Kardeşi için seni ezip geçecek.”
“Senin yaptığın gibi mi hala?”
Sözlerinin ardından bir adım geri gitti. “Sen… Nereden?”
“Babam, ölmeden bir gün önce senin neden Boran Uluhan’dan bir gecede vazgeçtiğini anlattı bana! Neden onu o kadına, Bergüzar’a bırakıp babamın yanına geri döndüğünü…”
“Sus! Sus Rojda!”
Daha fazla bildiklerimi dillendirmeye gücüm yoktu. Sadece kararlı bir hâlde halamın gözlerine baktım. “Savaş, o da benden bir gün vazgeçerse ve eğer bunun nedeni kardeşinin yaşaması içinse onu tercih yapmak zorunda bırakmam, hala. Ben giderim.”
“Seni yaşatırlar mı sanıyorsun? Onun karısı olmaktan vazgeçtiğinde öylece babanın topraklarına gitmene izin vermezler!”
“Ben, sen değilim, hala! Soyadını taşıdığım adamdan vazgeçtiğimde gittiğim yer doğduğum o ev olmaz. Şimdi o defteri bana ver.”
Siyah tonlarında süet yeleğin cebinden aşınmış defteri çıkardı. Elleriyle sıkıca kavrayıp, uzatmadan önce bir kez daha gözlerine baktı. “Rojda hata ediyorsun!”
Dinlemedim. Hızlıca defteri kavrayıp, geri çekilirken, “Odanı hizmetliler sana gösterir,” dedim.
Merdivenlere dönmeden önce başımı çevirip halama baktım.
“Bir daha bana haber vermeden hiçbir yere gitmeyeceksin! Hiçbir yere!”
Yukarıya çıkan merdivenlere yöneldiğimde avuçlarımda bir ateş topu taşıdığımı biliyordum. Titreyen bacaklarım merdivenlerin bitimine iki adım kala duraksadığında, sırtımı ahşap tırabzanlara dayayıp gözlerimi kapadım. Günlüğü sıkıca göğsüme bastırdım.
Araladığım kapıdan içeri girdiğimde görmek istediğim adam oradaydı. Savaş, birkaç adım ileride balkonun mermer tırabzanlarına dayanmış, batan güneşin kızıllığını izliyordu. Elimdeki defteri göğsüme bastırıp usulca yaklaştım.
“Sana annenin emanetini getirdim, Savaş.”