44. Bölüm

Amelya…

Son misafirler de gittiğinde bahçede yalnızca biz kalmıştık. Lalezar, Bevar ve ben… Yiğit, Mert, Kenan ve Toprak ağalar; Bade, Diyar, Gazel ve Karaca yukarı çıkmışlardı. Üstlerini değiştirip yola çıkacaklardı. Genco ne kadar ısrar ettiyse de sabaha evlerinde olmak istediklerini söylemişlerdi. Cihan Ağa ve Hande de odalarına çıkmıştı. Onları el ele gördüğümde midem bulanmıştı. Savaş ve Rojda da Beyaz Hanım’ın yanına gitmişlerdi. Bu gece onun da gideceğini duymuştum. Herhâlde Cihan Ağa ile yaptıkları plandan vazgeçmiş olmalıydılar. Lalezar ise az ilerideydi, gitmek için Genco’yu bekliyordu. Ben de bizim için hazırlanan masada, tırnaklarımın battığı avuçlarım kanarken oturuyordum. Kendimi tutmam giderek güçleşiyordu. Boğazımdaki koca yumruyla soluk alamadığımı hissediyordum. Burada, ona ait onlarca şeyin arasında olmak canımı yakıyordu.

“Sen benimsin!” Sözleri zihnimde yankılandığında bu kez hissettiğim tek duygu öfkeydi. Kandırmıştı beni. Yalanlarıyla, sahte dokunuşlarıyla beni elde etmeye çalışmıştı. Başarmıştı da… Dedemin konağından çıkarken dadıma söylediklerimi, kendime verdiğim sözleri bir dokunuşla, bir öpücükle unutmuştum. Beni sevmeyen ve asla sevmeyecek olan bir adamın kadını olmuştum. Ne bu evi ne de bu gelinliği artık istiyordum. Ona ait hiçbir şeyi görmek, duymak istemiyordum. Parmağımdaki yüzüğe baktım. Ona ait olmayacaktım artık. Benimle oynamasına müsaade etmeyecektim. Onu yavaşça çıkarırken dolan gözlerime engel olamıyordum.

“Herkes nereye gitti?”

Onun sesiydi. Elimdeki yüzüğü avucumda saklayıp boştaki elimle gelinliğimin eteğini kavradım. Yerimden kalktığımda bana doğru geliyordu. “Amelya’m…” dediğinde bu artık son noktaydı benim için. Bana dokunmak için uzanan ellerinden kurtulmak için bir adım geri çekildim. Burada konuşmayı, kırdığı kalbimin parçalarını yüzüne savurmayı ne kadar istesem de bunu yapamazdım. Merdivenlere doğru hızlıca yürüdüm. Merdivenlere geldiğimizde ayakkabılarımı çıkarıp basamakları hızla çıktım.

“Amelya!”

Arkamdan bağırmasını umursamadım. Gözlerimden yaşlar akmaya başladığından yukarıya, odamıza güçlükle varabildim. İçeri girdiğimde boynumdaki kolyeyi sökercesine çıkarıp yatağın üzerine attım. Üzerimdeki gelinliği çıkarmak için çırpınırken duyduğum ses üzerine öfkeyle arkama döndüm.

“Amelya, ne oldu, güzelim?” Gözyaşlarımı gördüğünde kaşları çatıldı. “Neden ağlıyorsun?” Bana doğru yaklaşmaya başladığında elimi uzatıp durdurdum.

“Yaklaşma bana!” dedim tüm gücümle bağırırken. “Sakın o pis ellerinle bir daha bana dokunma!”

“Ne diyorsun sen?” dedi şaşırarak. Tepkilerimi anlamaya çalışıyordu. Anlaşılan, sevgilisi benim her şeyi öğrendiğimi henüz ona söylememişti.

“Sana sordum! ‘Başka bir kadını seviyor musun?’ dedim! ‘Hayır,’ dedin! Yalan söyledin, Genco!” Hıçkırıklarım soluğumu keserken titreyen bedenimle güçlükle ayakta durabiliyordum.

“Ne yalanı? Hangi kadın? Anlamıyorum, Amelya.”

“Sana asla ikinci bir kadın olmayacağımı ve seni paylaşmayacağımı söyledim! ‘Olmayacak,’ dedin! ‘Senden öncesi yok!’ dedin Genco!” Çok beğenerek aldığım bu güzel gelinlik, bana kefenden farksızdı artık. Onu çekiştirmeye devam ederken gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum. “Sana inandım! Güvendim ben! Senin oldum! Kendime, kalbime ihanet edip senin kadının oldum! Lanet olsun bana!”  Kurtulamayacağımı fark edip yırtmaya karar verdim. Göğüs kısmından tutup tüm gücümle çektiğimde, o küçük dekolte sayesinde gelinliğin üst kısmını yırtmayı başardım. İçinden çıkıp giyinme odasına girdim.

“Ne yapıyorsun, Amelya?” dediğinde dönüp bakmadım bile.

“Gidiyorum,” dedim yalnızca.

Askıdaki kotlardan birini çekip üzerime geçirdim. Gömleklerden birini de rengine bile bakmadan alıp üzerime giydim. Yanından geçip gidecekken, kolumu tutmasıyla durmak zorunda kaldım.

“Hiçbir yere gidemezsin! Otur, konuşacağız,” dediğinde kolumu çektim hızla. Avucumdaki yüzüğü tuttuğum eline bıraktım. Gözlerine bakarken fısıldadım.

“Konuşacak bir şey yok! Artık özgürsün, Genco!Bitti!”

“Bu kadar saçmalık yeter!” diye bağırdığında gözlerimi kırpıştırdım. “Sana bu yüzüğü ölene dek çıkarmayacağını söyledim!” Sol elimi tutup tekrar yerine takmaya çalıştığında elini ittim.

“Asla! Asla takmayacağım o yüzüğü!” dedim boğazım yırtılırcasına bağırırken. “Metresine, Hande’ye hediyem olsun!”

“Hande mi?” Şaşkın bakışlarını gördüğümde hissettiğim öfke içimden taşacak kadar büyüdü. Ellerimle gözlerimden akan yaşları silip yüzüne baktım.

“Evet, sevgilin Hande! Düğününe yüzsüzce gelen o aşağılık kadın! Benimle aynı masaya oturttuğun, aynı çatı altında kalmamı sağladığın kadın! İki gün önce çalışma odanda seviştiğin kadın!”

“Ne?” Şaşkınlığının yerini telaşlı ifadesi aldığında, “Yalan!” dedi. “Yok öyle bir şey!” Koluma uzandığında bu kez izin vermedim. “Yalan, Amelya!” dediğinde başımı salladım.

“Artık yalanlarına inanacak saf Amelya yok karşında, Genco Ağa! Bu gece öldürdün sen o saf kızı! Büyükbabamın yapamadığını sen başardın!” dedim alayla gülümserken. Gözlerimden durmadan akan yaşları silmekten yorulmuştum artık. “Gidiyorum!Bir daha yüzümü bile görmeyeceksin!”

Konuşmasını beklemeden çıktım odadan. Merdivenleri hızla inerken arkamdan seslenişini umursamadım. Her adımımda sesi biraz daha yaklaşıyor, ben de daha fazla hızlanıyordum. Çıplak ayaklarımı umursamadan ön kapıdan dışarı çıktım. Kapıdaki onlarca koruma beni gördüklerinde başlarını eğdiler. Bir adım attığımda bahçenin ağaçlarla dolu olan köşesinde onu gördüm. Cihan Ağa’yı… Ağacın gövdesine yaslanmış, bana bakıyordu. O an bahçede onları duyduğum andaki sözler yankılandı zihnimde.

“Düğünü bekle! Ben her şeyi ayarlayacağım!”

“Tamam, iki gece sonra! Her koşulda ben ve Amelya gideceğiz! Sen de torununun bizi bulmamasını sağlayacaksın!”

“Sonsuza dek o kızın yok olması için her şeyi yaparım!”

Beni götürmek için bekliyordu. Beyaz Hanım ile anlaştıkları gibi… Bütün bedenim titrerken beni izleyen kara bakışlardan kaçırdım gözlerimi. Gitmeliydim buradan. Arkamdan gelen Genco’nun sesini duyunca merdivenlerden inmeye başladım. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Tek istediğim ne o adamın beni zorla götürmesine ne de Genco’nun beni yeni yalanlarıyla avutmasına izin vermekti. Çimenlerin nemini hissettiğimde adımlarımı hızlandırdım.

 “Amelya! Dur!”

Durmadım. Dönüp arkama da bakmadım. Gözlerimden yaşlar sanki ben onları sildikçe çoğalıyor gibiydi. Aklıma biri gelmişti. Bakışlarımı etrafta gezdirdim. Samira’ya gitmeliydim. Yalnızca ona sığınabilirdim. Biliyordum. Büyükbabamın yanına dönemezdim. Arabanın yanında duran Lalezar ve Bevar’ı gördüğümde bu kez koşmaya başladım.

“Dinle, Amelya! Yalan söylemiş sana! Seni seviyorum ben!”

Yalanlarına bir yenisini eklediğinde hıçkırıklara boğuldum bu kez. Ondan aylardır duymayı beklediğim bu sözleri şu an duymak kalbimi sıkıştırdı. En acısı da ona inanamıyor oluşumdu. Bevar’ın karşısında durup gözyaşları içinde yüzüne baktım.

“Beni Samira’ya götür, Bevar! Lütfen!” dediğimde Bevar, arkamdan gelen Genco’ya bakıyordu.

“Amelya! Sevgilim, dur!” diye bağırdı bu kez ve peşinden bir silah sesini duydum. Korkuyla yerimde sıçradığımda aynı ses bir kez daha yankılandı. Ne olduğunu düşünmek için fırsat bulamadan, Lalezar’ın çığlıklarını duydum. 

“Ağabey!”

Kalbim durdu o an. Soluk alamadım. Bedenimin titremesi tüm gücümü çekip alıyordu.

“Genco!” dedim boşluğa. Karşılık vermedi. Durmamı söylemedi bir kez daha. Az önce peşimden gelen ayak sesleri neden yoktu? Arkama döndüm. Genco yoktu. Yalnızca eli silahlı korumalar vardı. O an içimdeki kara fısıltı tüm benliğimi kapladığında başımı salladım. Geldiğim yöne doğru koştum. Önüme çıkan adamları hızlıca ittirdiğimde oradaydı. Lalezar’ın kucağındaydı başı. Üzerindeki beyaz gömleği kanla kaplıydı. Dizlerimin üzerine çöktüm. Emekleyerek yaklaşırken bağırdım.

“Genco! Genco!”

Titreyen ellerim saatlerce önce sıcaklığını hissettiğim göğsüne dokunmak için uzandı. Yapamadım. Yüzünü sararken, “Genco!” dedim. Karşılık vermedikçe haykırdım. “Ah! Ah! Genco uyan!” Açmıyordu gözlerini. Ellerindeki kanlarla oturan Lalezar’a, etrafımdaki adamlara bağırdım.

“Yardım edin!” 

O an ağacın dibindeki Cihan Ağa’nın gittiğini gördüm. Ağaçların arasından hızlı adımlarla uzaklaşıyordu. O yapmıştı. Genco’yu o vurmuştu. Başını kendime çekerken saçlarını okşadım.

“Uyan, Genco! Bak, buradayım! Aç gözlerini!” Yetmedi sözlerim. Genco uyanmadı. Bana dönmedi.

Avucumdaki kana bulanan yüzüğe bakıyordum. Üzerindeki kan kocama aitti… Sevdiğim adama… Ona kırgın olan yanımı şu an duymazdan geliyordum. Ne olursa olsun, onu bu hâlde bırakıp gidemezdim. Onun iyi olduğunu görmeliydim. Sesini duymalı ve gözlerini görmeliydim. İşte o zaman gidebilirdim. Bir daha dönmemek üzere… Araba durduğunda açılan kapıdan dışarı çıktım. Sedyeyle birlikte hızlıca içeri götürüldüğünü gördüğümde peşinden yalınayak koşuyordum.

“Nereye götürüyorsunuz onu? Genco!”

Kimse dönüp bağırışlarıma yanıt vermedi. Cam bir kapının ardında kaybolduklarında kapıyı yumruklamaya başladım. Kimse dönüp bakmadı. Genco’yu benden uzağa, bilmediğim bir yere sürüklediler. Olduğum yere çökerken ağlıyordum çaresizce.

“Amelya!”

Arkama döndüğümde Samira’yı gördüm. Koridorun ucundan bana doğru geliyordu. Güçlükle yerimden kalkıp sarsak adımlarla yürüdüm. Bana uzanan kollarına güçlükle tutundum. O an gözlerim kararırken kendimi boşluğa bıraktım.

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published.

error: Content is protected !!