Aylar sonrası…
Evini teslim alan, eşyalarını özenle yerleştiren Ahu, bir saat kadar önce de çeyizini yerleştirip baba ocağına geri dönmüştü. Tabanları sızlıyor, saç dipleri sancıyordu. “Anam ne zormuş evlenmek, bir daha tövbe.”
Kıkırdayan Pınar ayak ucunda oturuyordu. “Manyak!”
“Sus, bu işler sırayla. Seni de göreceğim.”
“Ama çok güzel oldu evin, mutlulukla bir ömür otur.”
“Ya… Değil mi? Şahane oldu. Seninki de öyle olacak az kaldı.”
“Halil Abi ve Cansu Abla gibi yapacaktık aslında. Bas nikahı al kocayı.”
Halil ile Cansu iki ay önce dünya evine girmişti. Halil’in evini baştan düzenleyip, Cansu’nun çeyizlerini hep bir elden sermişlerdi. Bekleyecek neleri vardı ki? Geçen onca yıldan sonra Halil için bir gün bile fazlaydı ve sonunda muradına ermişti. Halil dünya evine girmişti ama dünya üzerinde uçarak dolaşıyordu.
Ahu kahkaha attı. “Onlar çok bekledi, bu hız az bile onlara. Halil Abi Haydi gibi ayakları birbirine vura vura geziyor iki aydır. Bir sokak da haralaydi diye narası eksik.”
Pınar kahkaha atarken iki büklüm olunca Ahu da kendi sözlerinin komedisiyle ona eşlik etti. Kapı aralanınca Kerim odaya başını uzattı. “Ne oluyor, gidiyorum diye mi bu gülüşler?”
“Yok aşkım, başka bir şey için.”
Ahu bir süredir duygusal anların içinde dolaşıp duruyordu ve Kerim onun evlenip yuvadan uçacak olmasıyla alay ediyordu ve bu Ahu’yu derinden bir kederle sarsıyordu. Kime gidersen git, baba ocağı başkaydı.
Dudaklarını büzüp yüzünü döndü. “Mutlusunuz işte, gidiyorum.”
“Bak bak laflara bak! Kalsaydın Ahu, bir yirmi beş yıl daha otur bacım. Senden yüksünmüşlüğümüz mü var?”
“Gideceğim, sizi eşlerinize havale ediyorum. Ama bilin ki ben bu evin tek kızı ve hatunlarınızın da görümcesiyim. Benim bir ağırlığım var.”
Kerim kahkaha atarak odaya dalıp kardeşinin saçlarını karman çorman etti. Ahu onu itmekle Kerim de daha çok karıştırmakla uğraşıyordu. “Kız senin her tarafın ağırlık olsa ne olur? Çöpten kızsın sen. Senden görümce olmayacağını Beyoğlu bile biliyor. Almış gelini karşısına kıkırdıyor.”
“Abi ya…” diye cıyaklıyordu Ahu. Pınar da onlara bakıp gülümsüyordu. “Mahvettin saçlarımı, zaten kıvırcık şimdi açılmayacak.”
Ahu’nun telefonu odayı doldurunca Kerim kardeşini bıraktı. Saçlarını geriye atıp nefesini saldı Ahu. Yatağın üzerindeki telefona kaptı. “Poyraz arıyor, nereye kayboldu hem o birden?” Telefonu açıp kulağına çekti. “Efendim?”
“Balkona çık, bekliyorum.” Kapanan telefona bakıp kaşlarını çattı.
“Ne oldu?” diye sordu Kerim.
“Balkona çık dedi ve kapattı.” Bacaklarını yataktan indirip saçlarını topladı. Ondan önce Kerim ve Pınar çoktan çıkmışlardı. Şalını başına dolayıp uzun koridoru aştı. Annesi, abisi ve Pınar sarkmış bakıyorlardı. Merakı iyice kabardığında korkuluğun önüne gelip aşağı baktı.
Poyraz’ın gülümseyen suratını gördü ilk, elleri cebinde zümrüt yeşili arabaya yaslanmıştı. Gözleri açıldı, ağzı aralandı. “Bu ne?” diye fısıldadı.
“Poyraz Oğlum sana araba almış,” dedi annesi. “Aslan damadım,” diyen Naciye Sultan doğrulurken sesi etrafına duyulur yükseklikteydi. Omuzları kalkmıştı kadının. “Maşallah.”
“Bana mı?” diyen Ahu, boş bakıyordu. Elini kaldırıp gel işareti yapan adama gülümsedi. Heyecanı yeni yeni geliyor, durumu kavrıyordu. Ehliyetini almaya bile gidememişti ki koşturmacadan. Koşar adım evden çıktı. Ayağına geçirdiği babetleriyle pat pat indi. Demir kapıyı açıp Poyraz’ın önünde durdu.
“Poyraz bu ne?” derken çarpıcı yeşil araca bakıyordu.
“Hyundai İ10.”
Ahu ne anlardı i den j den. “Güzelmiş.”
Poyraz bir cebinden anahtarı çıkarıp Ahu’ya uzattı. “Senin, düğün hediyen.”
Yüreğine kadar gülümsüyordu. Ela gözlerini içi kıvılcım çıkarıyordu. Sağına soluna bakındı, bir mart güneşini fırsat bilen komşular ya camda ya da kapı önlerine serilmişlerdi. Omuz silkerek Poyraz’ın boynuna asıldı. “Sen… Sen ne kadar güzel adamsın!”
Sokak ortasında ne yapacağını bilemeyen Poyraz, bir hafta sonra resmi nikâhla eşi olacak kadının sırtına elini koyarken gülümsediği sırada üst kattan bir öh hö sesi duydu. Kerim yine yapacağını yapıyordu.
Asıldığı hızla koptu Poyraz’dan. “Ama ehliyetimi almadım ki daha,” derken anahtarı almıştı. Abisi umurunda bile değildi.
Poyraz elini arka cebine atarken Ahu onu izliyordu. Ehliyetini Poyraz’ın elinde görünce gözleri heyecanla aralandı. “Vur kalbime zalimin evladı. Hiç düşünme bu Ahu nefes alır mı?”
“Kazasız belasız olsun, zalimin kızı. Güle güle kullan!”
Ahu ehliyetini alıp avucuna sıkıştırdığı sırada annesi, abisi ve Pınar da aşağıya inmişti. “Hayırlı olsun,” dedi Naciye Sultan. “Maşallah oğluma, hiçbir şey de esirgemez kızımdan.” Kadın göğsünü kabarta kabarta duyuruyordu tüm sokağa.
“E hadi,” dedi Ahu. “Atlayın bir acemi turu yapalım.”
Kerim kahkaha attı. “Kızım, acemi kadının arabasına ancak kocası biner. Yürü bakalım bir seni izliyoruz.”
“Bak gör şimdi nasıl götürüyorum, atla Poyraz.” Şalının ucunu arkasına savurdu ve cool bir edayla aracının kapısını açıp oturdu. “Allah’ım ölüyorum, bu nasıl endam bu nasıl şıklık.” Aracına ettiği sözler hepsini gülümsetmişti. Yanına oturan Poyraz ile kapısını çekip aracı çalıştırdı. Ustası çok iyiydi ve o arabayı usulca kaldırdı. Sokaktan çıkarken, “Nasıl hocam, iyi miyim?”
“Senden daha iyisini görmedim.”
Poyraz’a kısa bir an dönerek göz kırptı. “Ben de senden daha iyisini görmedim, her konuda.”
“Hım,” dedi Poyraz. “Her zaman anlayışlı olmaya çalışacağım ama sanırım olamam. Kavgasız evliliklerin tuzsuz olduğu söyleniyor. Bu konuda ne düşünüyorsun?”
Terzinin olduğu sokaktan düz devam eden Ahu’nun gözü yoldaydı. “Sanırım ben de her zaman sakin bir eş olmayacağım, annem zaten belli. Naciye Sultan. Bir atar damar var bende, sen de fark ediyor musun?”
“Etmez miyim, zamanında az savurmadın o şalı. Ama çabuk sönüyorsun, inat yok sende. Bu iyi bir şey.”
“Fakat sen çok inatçısın, ama sakinsin de. Demek istediğin ara sıra tartışacak olmamız mı?”
“Pek tabii. Sanırım aksi olsa sorun teşkil eder diye düşünüyorum. Aşkın en verimli çağını yaşıyoruz, bir zaman gelecek ki biz hayatın içinde kavrulacağız. Belki işlerimiz, belki de çocuklarımızla ilgili itilafa düşeceğiz. Hayat bizi yoracak ve bazen birbirimize isteklerimiz de karşılık verirken sıkıntılı bir hâl takınacağız.”
“Aile faktörünü unutma,” dedi Ahu. “Onlarda bizden ilgi bekleyecek, vermezsek bize yüklenecek. Geçenlerde bir yazı okudum. Boşanan çiftlerin bir kısmı çocuk sahibi olduktan sonra aralarının bozulduğunu söylüyormuş. Bu konuya ne diyorsun?”
“Bakamayacağımız çocuğu yapmayız diyorum. Ama yaparsak da sevimli bir şey olurdu değil mi?”
Ahu direksiyonun hakimiyetini bir an kaybedince, Poyraz direksiyonu kavradı. “Dikkat!”
“Öyle konuşup dikkatimi dağıtıyorsun sonra da dikkat diyorsun, Poyraz.” Sesi korkmuş çıkıyordu ya da fazla eğlenceli. Poyraz’ın kahkahası kulaklarını yakıp geçerken nefesini saldı.
“Nasıl konuşurken?” derken eli hâlâ direksiyondaydı.
Evin sokağına dönen Ahu yandan bakış atarken yüzündeki pembelikten haberi vardı. Yanıyordu teni, karışıyordu aklı. “Tamam Poyraz, sus.”
Poyraz elini çekip arkasına yaslandı. “Susayım madem, nasılsa konuşacak zamanımız olacak. Balayı için çok iyi bir yer buldum. Sana da göstereyim, kararı sen verirsin. Ona göre yer ayırtacağım.” Telefonunu açıp ilçenin fotoğraflarını bulurken Ahu, kapının önüne park etmişti.
“Bak burası.”
Ahu başını uzatıp fotoğraflara bakmaya başladı. Küçük bir sahil kasabası gibi duruyordu, evler o kadar şirindi ki Ahu bayılmıştı. “Neresi burası? Çok güzelmiş.”
“İzmir, Foça.”
“Şurada bir çay içer miyiz?” derken başını telefona uzatmıştı, Poyraz başını kaldırıp gülümsedi. Ahu’nun gülen gözleri neler vaat etmiyordu ki… “İçeriz. Gidiyoruz o hâlde.”
“Gidelim o hâlde.” Ahu geri çekilip mesafeyi açtı. Abisi ve Pınar kapının önünde oturuyordu. Onlara göz atıp Poyraz’a döndü. “Sonra hatırlat sana bir teşekkür öpücüğü vereyim.”
“Ne zaman hatırlatayım?” Poyraz daha o zevke erişememişti, ruhunu saran heyecanla parlıyordu gözleri.
“Bir hafta sonra.” Ahu gülümseyerek aracın kapısını açtı. Bedeniyle geri dönüp, yeşil gözlere kalbindeki tüm sevgiyle baktı. “Teşekkür ederim güzel adam.”
Mütevazi bir gülüşle başını yana yatırdı Poyraz. “Ben teşekkür ederim güzel kadın.”
***
Taksinin kapısını kapatıp kapının önünde beklemeye başladı. Siyah takım elbise içinde tazecik bir damat adayıydı ve düğüne bir gün kalmıştı. Fotoğraf çekimi için hazırlanmıştı, Ahu da Cansu’nun yanında son hazırlıklarını yapıyordu. Dün gece kınası yakılmış ellerinde birbirlerinin baş harflerini taşıyorlardı. Poyraz elinin için bakıp heyecanlı bir soluk bıraktı. Gelinliğini elleriyle diken Ahu’yu uğradıkça görmüştü ama üzerinde ilk kez görecekti. Nasipse günün akşamına da imam nikâhları kıyılacaktı. Bir sonun, sonsuz başlangıcına bir gündü.
İçeri girmektense Ahu’yu aradı. Kapıda beklemesini bir dakika sonra çıkıyor olduğunu söyleyen Ahu telefonu kapatmıştı. Yerinde sağa sola adımlayıp etraftaki esnaflardan gelen sözlere gülümseyerek cevap veriyordu. Kuaförün kapısı açılınca adımlarını kesip döndü, ama Ahu’nun üzerinde siyah başlıklı bir pelerin vardı. Önünü tamamen kapatmıştı Ahu, ama gülen gözleri ve güzel yüzü adama dönüktü.
Gelinliği tam göremiyordu ama Ahu’nun ela gözleri ışıl ışıldı. Gelin makyajını fazla bulsa da kadını da ayrı güzeldi. Şevkle gülümsedi. Aracın ön kapısını açıp eliyle buyur etti. “Kara başlıklı kız mı olsun sen?”
Cansu, Pınar ve Meltem’in kıkırtılarıyla Ahu da küçük bir kahkaha attı. “Bir taksi mi çevirsem, kurtlara yem olmak istemiyorum.”
“Senin gözlerinin neden bu kadar güzel?” dedi Poyraz, masala ayak uydururcasına.
“O senin yansıman, eskiden bu kadar güzel değildi. Peki ya senin bu hâlin ne?” dedi Ahu, pelerinine sıkıca sarılırken.
Poyraz sırıtarak etrafına bakındı ama her yerde Ahu’nun ela gözleri vardı adeta. Ahu’ya dönüp yeşil gözleri kısılana kadar gülümsedi. “Senin yanına yakışabilmek için.”
“Yanına yakışanı herkes bulur, sen benim gönlüme yakıştın.” Adama göz kırparak açık kapıdan rahatça araca bindi.
“Ah…” diyerek iç geçirdi Meltem. “Aşka bak ya, dünyada şu kadar nasibimiz olsa yeter.”
Pınar, Meltem’i itekledi. “Yürü kız, daha on sekiz yaşında nasip diyor.”
“Ya… Ne dedim ki?” derken Pınar da Meltem de aracın arka koltuklarına kurulmuştu. Onları kolları göğsünde bağlı, başı kapıya yaslı izleyen Cansu da mutluluk dolu bakışlarını giden aracın arkasına sabitlemişti. Kapının önüne duran sarı taksiye iki adım atıp yaklaştı. Canının içi kocası caddeden geçerken durmazsa arabası hararet yapardı. “Hayırdır gülüm, ne bu bakış?” Halil, karısının leylalı bakışlarını asla kaçırmazdı. Hayat Halil için aylar önce başlamıştı. Doğduğundan o güne sanki hiç yaşamamış gibi nefes alıyordu artık. Çünkü Cansu onundu ve evlerinde dolaşırken, mutfakta yemek hazırlarken, akşamları içtikleri birer fincan kahveler, geceyi bitiren o Cansu’nun ışığa dokunan eli… Halil dünyadaki cefasını tamamlamış, sefasını kana kana içiyordu.
“Ne olsun beyim, az önce Ahu ile Poyraz seremonisi izledim de aşka geldim.”
“Çekime gideceklerdi değil mi?”
“Evet, gittiler şimdi.”
“Söylemedin değil mi?”
Cansu’nun yanakları al al oldu, gözlerindeki kıvılcımlar arttı. “Şimdi onların mutluluk zamanları, gündem değişmesin. Düğünden sonra söyleriz.”
“Tamam, haklısın. Canın bir şey istiyor mu?” derken Halil sırıtıyor, Cansu da düşünüyordu. Nasıl bir duaya denk gelmişti de Allah ona Halil’i göndermişti… “Yok, canım. Olursa söylerim.”
Halil camdan elini uzatıp Cansu’nun yanağından makas aldı. “Evde görüşürüz.”
“Görüşelim kocam, istediğin bir yemek var mı?”
“Sen ne seviyorsan onu yap, ben de severim.”
Durağa dönen aracın arkasından daha büyük bir aşkla bakarken Ahu ile Poyraz’ı unutmuş, kendi duygularının müzikalinde dans ediyordu.
***
Çekim için geldikleri saray tarzı evin içine girince pelerinini çıkartıp Pınar’a uzattı. Eli gelin başörtüsüne gitmiş, hafifçe dokunmuştu. Bir kolona asılmış boydan aynayı fark edince hemen önüne yürüdü. Bozulan bir yeri var mı diye bakmaya başladığında az ilerisinde ağzı bir karış açık bakan Poyraz’ı fark etmedi.
Poyraz siyah pelerinden arınan kadının gelinliğini tam anlamıyla ilk kez görüyor, bakışlarıyla da bunun hakkını veriyordu. Dar olmayan ama çok da kabarık durmayan gelinliğin dantel eteklerine, eteklerini süsleyen küçük parlak taşlara, kemer tarzında daha farklı bir dantelin süslediği ince beli taşlarla bezeliydi. Kolları ve göğüs kısmı kalın parlak tülle sarmalanmıştı. Başörtüsü topuz yerine düz bir bağlama şeklinde ama yere kadar uzun bir kuyruğu alan gelinlik kumaşıydı.
Aynanın karşısında kendini süzen kadının arkasında durdu. Aynada göz göze geldiklerinde Ahu kocaman gülümsemişti. “Nasıl olmuş?”
“Nefesim kesildi. Tamam, görmüştüm ama üzerinde çok başka duruyor. Gelinlik, gelinine yakışıyormuş Ahu…”
Ahu tam tur dönerek kendini gösterdi. “Yetenekliyim, değil mi?”
“Onu geçiyorum Ahu, sen çok güzelsin,” derken başını sağa sola içli bir şekilde sallıyordu. Bu kadın yarın gece hayat arkadaşı olacaktı. Nefesini alıp bir adım geri çıktı. “Sabır sabır,” dedi.
“Bırak şimdi sabrı. Gelinlik işine girmeye karar verdim. İşleri büyütürüm belki, ne diyorsun?”
“Yaparsın sen.” Kızın ellerini tutup etrafına bakındı. Işıklar ayarlanıyordu, kız kardeşi ve Pınar köşeye kamp kurmuştu. Ahu’ya dönerek kızın meraklı bakışlarına yaklaştı. “Ne istersen yap ama beni ihmal etme! Tek isteğim bu! Başarmaya odaklanıp evliliğimizi es geçmeni istemiyorum.”
Ellerini tutan adamın ellerini sıktı. “Her zaman önceliğim ailem olacak! Hiç merak etme! Ama olur da şaşarsam beni uyarmaktan kaçınma!”
“Aynı şeyi sen de yap! Hayatın içine kapılıp gidersek beni uyar!”
Ahu gözlerini kısarak dudaklarını büktü. “Çenem bir açılırsa zor kapanır, biliyorsun.” Doğrulup gülümsedi. “Merak etme yiğidim, ben Beyoğlu kızıyım, paranın huzur getirmeyeceğini bilen saf mutluluklardan geldim.”
Poyraz gülümserken, Ahu da ona eşlik etti. Fotoğrafçının, “Biz hazırız,” demesiyle saatler sürecek serüvene yürüdüler.
***
“Sağ ayak.”
Başını kaldırıp kocasına baktı. “Sen de.”
Poyraz’ın cebinden çıkan anahtara bakıp, gözlerine döndü. Kocasının uzattığı anahtarı avucuna aldı. Üç anahtarın takılı olduğu, ucunda ev minyatürünün salladığı anahtara bakmak için başını eğdi. Bildiği anahtarı tutup kilide takıp çevirdi. “Ömrüme hoş geldin sevgili eşim.”
Poyraz, karısının kilidi tutan elin üzerine kendi elini bıraktı. “Hoş geldik Ahu Gözlüm.” Kapıyı iterek karanlığa adım attılar. Poyraz kapının önündeki ayakkabılarını alıp kapıyı kapattı. Işıkları açan karısına bakıp dolaba kaldırdı. Sade döşenmiş salonun da ışığını açıp evine şöyle bir göz attı Ahu. Dün gece ısıtması açılmış ev sıcacıktı. Ayaklarının altındaki yün halıya basarken yorgunluğu azalıyordu. Fransız penceresinin önündeki berjerleri es geçip büyük koltuğun tam ortasına oturdu.
Kendini mutlu ama garip hissediyordu. Ev yabancı gelmiyordu belki ama tuhaftı işte. Ahu sözcüklere dökemiyordu. Çocukluğunun, giden ömrünün geçtiği evden başka bir eve geçmek… Ve bir adamla… Sevdiği adamla… Bu kadar da olsa biraz tuhaf hissetmesi doğal olmalıydı. Orta sehpanın üzerindeki mumlara bakıyordu. Parmağı dudakları arasındaydı ve Poyraz’a annesinden koparılmış ana okulu çocuğu gibi görünüyordu. Gelip Ahu’nun yanına oturdu.
“Annem çok ağladı hâlâ ağlıyor mudur?”
“Birkaç gün sancısı sürer diye düşünüyorum,” dedi Poyraz. “Bunlar normal değil mi?”
“Bilmiyorum ki, normaldir sanırım. Onca sene evleneyim diye bana etmediğini bırakan kadın olduğuna inanmak güç.”
Poyraz kıkırdayınca Ahu ona döndü. “Neden gülüyorsun?”
Poyraz da bedeniyle karısına döndü. “Benim annem de ağlıyordu.”
Poyraz’ın eğlenceli bakışlarıyla o da gülümsedi. “Ya siz erkekler…” Elini yüzüne kapatıp güldü. “Annem kadar ağlıyordu Poyraz. Gören de benim annem sanacak kadar hem de. Ben dert ediniyorum ama sen gülüyorsun.”
“Ne yapayım,” derken kahkaha attı Poyraz. “Kız erkek fark etmiyor demek ki. Anne, annedir.”
“Öyle sanırım, ama benim annem yengelerimi eve getirirken ağlamamıştı. Hatta böyle omuzları dik dolaşıyordu.”
“Mutlaka üzülmüştür. Sonuçta onunla yaşayan biri ki bu evladı, yatağını boş gürünce bir hüzün sarar. Ama annen duygularını gizlemekte usta biri. Ben aslında…” Poyraz susunca Ahu üsteledi.
“Söyle söyle.”
Ahu’nun elini avuçlarına alıp parmaklarıyla oynamaya başladı. “Abilerin çok hüzünlüydü, tabii bu her abinin hissedeceği o tatlı hüzünden.”
“Kerim Abimle arkadaş gibi büyük ama İlhan ve İlyas Abim baba yerine geçti.” Ahu başını sağa sola sallayıp silkelendi. “Neyse… Bunlar zamanla geçen duygular, doğanın kanunu bu.” Ayağa kalkıp Poyraz’ın elini çekti. “Makas pense bir şeyler bul hadi.”
Poyraz karısının karşısına geçip, kaşları çatık baktı. “Makas? Pense? Ne yapacağız onları?”
Ahu dudaklarını sıktı, her an kahkaha atmamak için direniyordu. “Bizde adettir, önce sana işkence edeceğim.”
Poyraz gözlerini kırpıştırırken uzun siyah kirpikleri hızlı hızlı hareket ediyordu. Karışık düşünceler ve Ahu’nun kahkaha atan göz bebekleri ona ortada eğlenilen adam olduğunu açıklıyordu. “Ben sana lazımım güzelim, insan kocasına işkence eder mi?”
Ahu ellerini havaya açtı. “Valla kocacığım, tüm suç Cansu Abla’nın. Özene bezene hazırladı bu işkenceyi. Hatta birkaç zımba fazladan bastı, basarken de güldü. ‘Poyraz uğraşsın, beni alakadar etmez’ dedi.
Birkaç saniye boş boş bakan Poyraz aydınlanmayla başını kaldırıp dudaklarını bükerek sırıttı. “Anladım şimdi. Bana sökmez kızım bunlar, dişlerimle sökerim gerekiyorsa.”
“Göreceğiz,” diyen Ahu arkasını dönerek salondan çıkarken, “Mutfakta bir şeyler olmalı. Bak da gel, bekliyorum. Boyunluk takmış gibiyim Poyraz. Kafam sağa sola dönmüyor, kurtar beni bu eziyetten.”
Ahu yatağın üzerinde, karşısındaki aynadan kendine bakarken Poyraz elinde mutfak makasıyla içeri girdi. “Sadece bunu bulabildim.”
Kocasına dönerek başını kaldırdı. Gerdanı görünmesin diye iki kumaşı birleştiren zımbaları gösterdi. “Yukarı bile kalkmıyor başım, hadi çabuk ol.”
Elinde makas, karısının boğazına yapışan koca gibi görünen Poyraz gülümsedi. “Bu hiç romantik değil. Elimde makasla karımın boğazlayacak gibi duruyorum.”
Başı yukarıda kıkırdayan kadına aldırmadan işe başladı. Bir zımba iki zımba üç zımba derken saymayı bıraktı. Sonra devreye iğneler girdi. İğneler bitmiyor Poyraz yoruluyordu. Uzun ve büyük kumaş Ahu’nun başından kayıp yere düşünce Poyraz kollarını indirip soluğunu bıraktı. “Alacağın olsun Cansu Abla,” deren ciddi anlamda yorulmuştu.
Ahu acıyan saç dipleriyle inleyerek boneyi başından çekip attı. Omuzları inen kadının, “Oh be,” demesi çok doğaldı ama kocasının gözleri saçlarına kilitlenmişti ve Ahu bunu aynada yansımadan görüyordu. Tepesinde büyük bir topuz şeklinde duran saçlarını izliyordu Poyraz. Kocasına döndü. Saçındaki kıskaç tokayı açıp kızıl kestane saçlarını omuzlarından aşağı döktü. Kıvırcık tutamlar hâlinde sırtına döküldü saç telleri. Eliyle havalandırıp sakinliği bozdu, saçları artık dalga dalga yayılıyordu etrafına. Saçlarından etrafa yayılan çiçek kokusu kocasının burun deliklerinden ciğerlerine akıyordu.
İlk kez görüyordu Poyraz, nasıl olduğunu hep merak etmişti ama görmek istediğini elbette dile getirmemişti. Ahu’nun ince çizgilerini hiç geçmemişti. Ama şu gördüğü güzellik hayallerinin ötesindeydi. Ahu’nun küçük suratı, kalkık burnu ve gülümseyen ela gözleriyle saçları bir bütünlük kazanmıştı. Öyle ki göz alıcı güzellikte görünüyordu ona. Hayatı boyunca, hayatımda şu tarz bir kadın olmasını istiyorum diye düşünmemişti. Ahu’nun ilk kurallarından biri başörtüsüydü ve Poyraz buna tüm içtenliğiyle saygı duymuştu. Karısı öyle güzeldi ki kabinde kesif bir kıskançlık duygusunu hissetti. Bu gizli güzellik sadece ona hastı, kimse Ahu’yu onun gözünden göremez, onun gibi hissedemezdi.
Ahu elini kaldırıp kocasının göz hizasında salladı. “Poyraz.”
Gözlerini kırpıştıran Poyraz gülümseyerek ayıldı. “Tamam, tahmin ediyordum ama bu güzellik fazla geldi.”
Ahu’nun elleri yeninden saçlarına girdi. “Ya… Sevdin mi saçlarımı?” Gözleri parlak, saf bir mutlulukla parlıyordu ve Poyraz o yeşil hareli ela gözlerde kaybolmak istiyordu. Karısını kendine çekerek Ahu’nun alnına dudaklarını bastırdı. Geri çekilip alnını karısının alnına yasladı. “Hem de her bir telini…”
***
Saat sabahın dokuzu olmuştu, büyükçe bir valiz kapı önünde bekliyordu. Poyraz’ın elindeki kutuya tüm altınlarını tıkmakla meşguldü Ahu. Yirmi tane bilezik, on tanesi kocasından gerisi anne, abileri, amca, dayı gibi akrabalar tarafından takılmıştı. Gerdanlıkları, yüzükleri ve çeyrek altınlarıyla şu an Beyoğlu’nun en zengin geliniydi Ahu.
“Hiç bu kadar param olmamıştı, ne bereketli kocaymışsın.” İçi para dolu keseyi de kutuya bırakınca Poyraz kutunun kapağını kapattı. Günlerden Pazar olduğu için banla kasasına bırakamayacaklardı. Onun yerine annesine bırakacaklardı.
“İnan ki karıcım, seninle tanıştığımdan bu yana aldığım hisseler bana hep yüklü döndü. Bunlar senin bereketin.”
Ahu’nun uzattığı karton torbanın içine bıraktı Poyraz kutuyu. Kol çantasına uzandı Ahu. İçine ufak tefek eşyalarını atıyordu. Cüzdanını açıp kontrol etmeye başladı. “Öyle diyorsan hiç de reddedemem yârim. Ama benim kimliğim yok.” Cüzdanı döküp aradı ama bulamadı. “Annemlerde kaldı sanırım.”
“E tamam,” dedi Poyraz. “Altınları bırakırken alırız. Çıkalım artık.”
Ahu’nun aracının arkasına yerleştirdiği valizle bagaj kapağını kapattı. Poyraz taksisini durağa bırakmıştı, o yokken başka bir şoför çalıştıracaktı. Evlerinin önünden ayırılıp dakikalar sonra ailelerinin evlerinin önünde durdular. Ahu inmeden önce binaya bakış attı. “Dün ayrıldım ama yıllar geçmiş gibi.”
Poyraz, karısına bakıp tatlı bir göz devirme yaşadı. Geçecek diyordu içinden, alışacak. He kadının başına gelir. “Anneni görünce ağlamazsın değil mi?”
“Bilemiyorum.”
Önceliği değişen Ahu, gireceği ilk kapının önünde durdu. Yetiştiği kültürü biliyordu ve annesi de böyle olmasını isterdi. Yengeleri de bu şekilde hareket ediyordu. Birinci evi, kocasının annesiydi artık. Neyse ki buna değecek bir adamla evliydi. Kapıyı açan Meltem’in yanağından makas alan Poyraz içeri geçip annesini bulmak için salona girdi.
“Hoş geldin Ahu Abla.”
“Hoş buldum canım.” Salona girdiğinde Fatma Annesini hâlâ ağlar hâlde bulunca gözleri kocasını buldu. Kadın gözlerini siliyordu. “Gel kızım,” diyen kadın gelinine yanındaki boş alanı gösteriyordu. Kayınvalidesinin elini öperek yanına oturdu.
“Ben kahve yapayım,” diyen Meltem mutfağa girip gözden kayboldu.
Elindeki torbayı annesine uzattı Poyraz. “Biz gelinceye kadar bunlar sende kalsın anne, gelince banka kasasına bırakacağım.”
“Tamam, oğlum.” Oğlunu başka bir hayata gönderen kadının, tatlı kederi her hâlinden belli oluyordu. “Siz gelene kadar evden çıkmam. Ne olur ne olmaz.”
Kahvelerini içerken nikâh kritiği yaptılar. Kim geldi, kim gitti, nasıl geçmişti. Yarım saatin sonunda üst kata çıkmak için ayrıldılar. Çıkarken gidiyoruz diyeceklerdi.
Kapıya anahtarını taktı Ahu. Evden çıkmadan uğrayıp kimliğini alacağını söylemişti. Kapı tıkırtısına koşan Naciye Sultan iki gözü iki çeşme karşısında belirince Ahu da annesine eşlik edecekti çünkü gözleri doluyordu. Annesinin arkasında duran Kerim’in göz devirmesine baktı ama aldırmadı.
“Hoş geldin kızım,” dedi annesi. Ayakkabılarını çıkarıp içeri girdiklerinde Naciye Sultan kızına sarılıp ağlamasını sürdürürken sonunda Ahu’yu da ağlattı.
“Anne!” dedi Kerim. Poyraz iç çekip izliyordu. Kerim, Poyraz’a yaklaştı. “Kız evden gitsin diye ortalığı birbirine katıyordu, şu hâle bak. Ahu evin vıcırtısı, Ahu evin gıcırtısı diye dün geceden beri beni yedi bitirdi.”
“Üzgünüm dostum, geri vermem. Alışırlar.” Kerim’in de pek uyumadığı anlaşılıyordu. Ahu evin neşesiydi bunu kim inkâr edebilirdi ki? “Alışırsınız.” Kızı almış, nikâhları basmış olarak sevinçle kaşları yukarı kalkmıştı. Kerim ilk kez onu yumruklamak istedi.
“Zamanında ağzını burnunu kırmalıydım.”
“Yaptın da niye mi dedik bilader?”
Annesiyle yan yana oturan Ahu, gözlerini sildi. “Anne sen değil miydin evlen de git diyen? Ne diye ağlıyorsun şimdi? Beni de üzüyorsun.”
Kadın gözlerini başörtüsünün ucuyla kuruladı. “Sen beni anlayamazsın, sizi de görürüz belki. O işler öyle olmuyor.”
Demek ki öyleydi, sesini çıkartmadı Ahu. “Kimliğimi alıp çıkmamız gerekiyor, yol uzun ancak gideriz.” Abisine döndü. “Şey abi ya, odama girip şimdi hiç duygusala bağlamak istemiyorum da kimliğimi sen getirir misin?”
“Allah’ını seversen bağlama, neresinde?”
“Aynalı en üst çekmeceye bak, oralarda olması gerekiyordur. Ben aslında cüzdanımda sanıyordum ama değilmiş.”
Naciye Sultan yeleğinin caninden küçük mavi kartı çıkartıp uzattı. “Ben bulmuştum, al.”
Bir annesine bir de karta bakıp gülümsemek için dudaklarını sıktı. Kerim başını bilmiş bilmiş sallarken sessiz kaldı. Poyraz kadının derdini anlamıştı, hepsi anlamıştı. Ahu’yu düğün sabahı yanına getirmek için kimliğe el koymuştu Naciye Sultan. Bu nasıl bir zekaydı?
“Naciye Anneciğim,” dedi Poyraz. “İzmir’den bir arzunuz var mı?”
“Bilmem ki oğlum, canınızın sağlığı ne olacak.”
“Tamam, biz Ahu ile dolaşırken mutlaka size uygun bir hediye buluruz.”
Ahu kimliği alıp cüzdanına yerleştirdi. Annesi, abisi, Meltem ve Fatma Hanım ikisini yolcu edip arkalarından su döktüler ve yolculuk yeni evliler için resmen başlamıştı.
Final
Önlerinden geçtikleri evlere başlarını kaldırıp bakıyor, mimarisine hayran aklıyorlardı. İki katlı taş evlerin pembe ve mavi panjurlu evlerden gözlerini alamıyordu Ahu. İzmir’in Foça’ya dün gelmişlerdi ve her anlarını el ele dolaşarak değerlendiriyorlardı. Hayatında hiç tatil yapmamış iki insan için balayı gezisi hiç unutulmayacaktı. Evler genelde iki katlı ve taştı. Tahta ahşap panjurlar her evde farklılık gösterse de örüntü asla bozulmuyordu. Küçük dar bir sokaktan geçtiler. Bu sokak, daha evlenmeden önce Ahu’nun “Şurada bir çay içer miyiz?” dediği sokaktı. Poyraz verdiği sözü tutmuş, orada, o masada çay içmişlerdi.
Eski sandalların kumlar üzerine yan yana dizildiği, yenilerinin ise sahilde durduğu alanda akşam güneşini batırmışlardı. Aylardan mart sonlarıydı, tatilcilerin akın etmediği, sakin sahilde suyun sesini dinliyor, sohbet ediyorlardı. Hava kararmıştı, eski bir sandala sırtını vermişti Poyraz. Ahu bacaklarının arasında, sırtını kocasına yaslamıştı. Başı Poyraz’ın boyun çukurunda duruyordu. Poyraz kollarını karısına dolamış, ona eski bir anısını anlatıyordu.
“Şey yok mu ya,” dedi Ahu. “Meşhurdur hani, bir taksi şoförü hamile bir kadını hastaneye yetiştirirken kadın arabada doğum yapar. Olmadı mı hiç?”
“Olanları biliyorum ama bana hiç olmadı. Umarım kendi çocuğumda başıma gelmez.”
Ahu kocasının göğsünde kıkırdadı. “Yakın hastane var, ama kader.”
Poyraz’ın telefonu Ahu’nun çantasından yükselen sesiyle kendini belli edince Ahu uzanıp aldı. “Halil Abi arıyor.”
“Efendim,” diyerek açtı Poyraz.
“Ne haber?”
“İyi, sahilde oturuyoruz, hava çok güzel.”
“Güzel…” diyen Halil’in kıvranan sesiyle kaşlarını çattı Poyraz. “Hayırdır abi, bir sorun yok ya?”
“Yok be oğlum, sorun denemez ama bir şey var tabii. Görüntülü arasak olur mu? Cansu, Ahu’yu görecekmiş.”
Poyraz telefonu adamın suratına kapatıp, “Cansu Ablayı görüntülü arasana, bir şey var ama anlamadım.”
Ahu doğrulup Poyraz’ın alanından biraz çıkarak aradı. Poyraz kendi telefonunun ışığını açıp aralarına bırakmıştı. Ekranda Cansu’nun sureti belirdi. Elleri yüzüne kapalıydı ve söyleniyordu. Halil’in de gülüş sesleri geliyordu.
“Abla? Hayırdır?”
“Alacağın olsun Halil,” diyen Cansu kocasının elinden telefonunu almıştı. Cansu nefes alıp gülümsedi. Ufal bir ışıkla görüyordu Ahu ile Poyraz’ı. Ekranın diğer tarafında gergin görünüyorlardı.
“Of,” dedi Cansu. “Çocuklar bizim bebeğimiz olacak, çatladı bu adam, gelmenizi bekleyemedi.”
“Ne!” dedi Ahu, kocaman gülümserken. “Teyze oluyorum Poyraz. Ya ablam çok sevindim. İyi ki dedin, çok sevindim çok.”
Poyraz karısının cıvıl cıvıl sesine mi, oluşan mutluluğa mı kapılsa bilemedi. “Hayırlı olsun abla.”
“Sağ olasın kardeşim,” dedi Cansu ve arkasından Halil’in, “Baba oluyorum oğlum, baba!” diyen gür sesiyle gülümsediler. Cansu elini alnına vurmuş, başını sağa sola sallıyordu. Halil’in gür nidaları arasında kapattılar telefonu. Eski yerini alan Ahu başını kocasına yaslayıp mutlulukla soluk aldı. “Nerden nereye geldiler Poyraz. Çok sevindim.”
“Ben de. Halil Abinin sesi…” kahkaha attı Poyraz.
Gecenin sessizliğine tekrar dalıp gittiklerinde yaklaşan seslerle birbirlerine baktılar. “Sessiz ol, sarhoş falan olabilir,” derken biraz daha geriye kayan Poyraz karısını da kendiyle birlikte çekip görünmez yaptı. Sesler yükselerek yaklaşıyordu. Bir kadın ve bir erkeğe aitti. Sandalın bir yanında Ahu ile Poyraz diğer yanında da sesin sahipleri duruyordu şimdi.
“Seni Allah kahretsin,” dedi kadın. “Ne diye geldin?”
“Beni Allah kahretti diye döndüm ama görüyorum ki hatun bizi unutalı çok olmuş.” Adam bağırıyor, kadın da ona eşlik ediyordu.
“Sana ne! Sana ne! Seni mi bekleyecektim? Yirmi dokuz yaşına geldim oğlum ben, anne olmak istiyorum. Ayrıca seni ne diye bekleyeceğim, sen değil miydin arkanı dönüp giden?”
Adam sinirle ellerini saçlarına daldırdı. “Sanem! Bir de en sevdiğim elbiseyi giymişsin, hem de başka biriyle görüşmek için.”
Sanem üzerine bakıp adama döndü. “Seni var ya! Seni… Seni öldürsem yeri var! Adamın başına masayı geçirdin, kimsin sen be? O adam benim son şansımdı, tam yola girmek üzereydi.” Sanem uzun sarı saçlarını çekiştirip arkasını döndü. “Defol, geldiğin yere git!”
“Ne demek seni mi bekleyecektim kızım? Dua et ölmedi, bir daha etrafında göreyim de gör bak neler oluyor.”
Sanem önüne dönerken bağırdı. “Sen manyak mısın Kadir? Sen değil miydin beni piç gibi ortada bırakıp giden, sen gittin ben nelerle baş ettim burada. Şimdi gelmiş bana hesap soruyorsun. Siktir git.”
“Gitmeyeceğim! Sen de bir daha başkasıyla görüşmeyeceksin! Bak vallahi yakarım Foça’yı! Delirtme kızım beni!”
Sanem, Kadir’e yaklaşıp bağırdı. “Bir yıldır nerede ne bok yiyorsan, kimlerle düşüp kalktıysan yine oraya dön! Benden de uzak dur!”
“Ne bok yiyeceğim kızım, çalışmaya gittim. Kimseyle düşüp kalkmadım. Sen hele bir daha kalkış bak ben nasıl uzağım göstereceğim. Düş önüme, gidiyoruz. Bu kılıkta bu saatte.”
“Hiçbir yere gelmiyorum, kendim giderim. Gözüm seni görmesin!”
“Yürü Sanem, yürü!”
Arkada sessizce dinleyen Ahu ile Poyraz birbirine bakıp burada bir şey yapmaları taraftarı olduklarını düşündüler. Poyraz boğazını temizleyen o sert öksürüğüyle Sanem’i yerinden sıçratıp çığlık attırdı.
Karı koca sandalın arkasından çıkınca gördükleri manzara Sanem’in, Kadir’in arkasına saklanmış olmasıydı.
“Adama yapışacaktın da ne diye iki saattir yiğitlik yapıyorsun, Sanem?” dedi Ahu, üzerindeki kumları dökerken.
“Siz kimsiniz?” dedi Kadir, Sanem’i arkasına almış, tek eliyle kızın öne geçmesini engelliyordu.
“Allah’ın iki kulu,” dedi Poyraz. “Burada oturuyorduk ve siz geldiniz. İstemeden kulak misafiri olduk.”
Sanem azalan korkusuyla Kadir’in arkasından çıktı ama hâlâ yakındı. Utanç yüzünü ala boyarken Kadir’e kötü kötü bakıyordu. Tanımadıkları insanların yanında neler neler demişti.
Kadir yerinde sallanıp, Poyraz’a baktı. “Görmedik sizi.”
“Onu biliyoruz,” dedi Poyraz. “Hanımefendi sizi rahatsız mı ediyor? Eğer öyleyse evinize kadar eşlik ederiz.”
“Saçmalama bilader, sevgilisiyim ben.”
“Eski!” dedi Sanem.
“Ama terk etmişsin,” dedi Ahu. “Siz artık sevgili değilsiniz, hem sevgiliden zarar gelmiyor mu?”
“Ağzına sağlık kardeş,” dedi Sanem.
“Öyle bir şey yok!” dedi Kadir can havliyle. “Ben ona zarar vermem.”
“Biz sizi tanımıyoruz, zor durumda bir kadın görüyoruz,” dedi Poyraz.
“Hasbinallah,” dedi Kadir. “Sanem bir şey söylesene! Sapık konumuna düşmediğim kalmıştı.”
“Şey…” dedi Sanem. “Onun zararı fiziksel değil, ruhsal oluyor genelde.”
Poyraz kolunu karısının omuzuna dolayıp kendine çekti. Emin değildi, inanmak istiyordu ama kadının korkuyor olabileceği fikrine kapılıyordu. “Oturalım mı biraz?” diyerek zaman ve alan kazanmak istedi. “Buralı değiliz, tatile geldik. Madem karşılaştık, sohbet ederiz. Bir aşk hikâyesi mevzu bahis sanırım.”
Ahu kıkırdayınca üç çift göz ona döndü. “Kocam çok iyi anlar âşıkların dilinden, içinde bir Güzin Abla yatıyor da.”
“Aşk olsun karıcım, harcadın beni.”
Karşılarında evli ve mutlu bir çift gören, evlenememiş, mutluluğu tadamamış ve hâlâ birbirini seven Sanem ve Kadir içleri burkularak başlarını öne düşürdü.
Sahile yakın, kumların üzerine karşılıklı oturdular. Ahu omuzunu Poyraz’a vermişti ama diğer çiftin arasından bir kişi geçerdi.
“Sanem ile ben yan yana evlerde büyük, aynı okullara gittik. Sonra sevgili olduk, tabii bu lise zamanlarımıza kadar uzanıyor. Daha öncesi de var da… İşte öyle. Annesiyle annem ezeli düşman. Yıllardır ikisi de önce kim evi satıp gidecek diye bekleyip duruyorlar. Ama kimse evini satmaz. Bir nedeni yok, sevmezler birbirlerini. Bizim durum ortaya çıkınca yer yerinden oynadı, iki tarafta ret verdi. Biz takmadık tabii ama gel zaman git zaman anneler hiç susmadı.”
“Yıprandınız,” dedi Ahu. Üzülmüştü.
“Çok,” dedi Sanem. “Direniyorduk ama nasıl… Annemle her gün kavga gürültü ama yine de…”
“Seviyordunuz,” dedi Poyraz.
“Öyle,” dedi Kadir, ellerine bakıyordu. “En son mahalleyi birbirine kattılar, insanlar annelerimizi zor ayırdı. Biri almam diyor diğeri vermem.”
“Sonrada basıp gittin Kadir, beni annenin diline düşürdün hatta tüm mahallenin diline. Bir gidiyorum bile demedi, Ahu,” derken dert yanıyordu Sanem. “Aradım açmadı, aradı açmadım. Orada bitti ve bir yıl oldu. Benim günahım neydi? Annem bana etmediğini bırakmadı. Al, dedi, bunu mu seviyordun? Arkasına bakmadan kaçıp gitti.”
Sanem’in titreyen sesi, bir süre sessizlik oluşturdu. “Neden gittin, insan sevdiğini bırakıp gider mi?” dedi Poyraz.
“Çok bunalmıştım, her gün kavga, olay. Aklımı kaçırmama az kalmıştı, iyiye giden hiçbir şey yoktu. Gitmek çözüm gibi göründü o zaman. Aslında bir kısım için öyle de oldu. Ben gittim kavgaları bitti.”
“Senin için bitmiş,” dedi Ahu. “Sanem’i ateşin ortasına atıp gitmişsin. Pek çok insanın gözünde de küçük düşürmüşsün.” Ahu kocasına döndü. “Bu iş olmaz, ben diyorum sana. Bu kız bunu sevse ne olur? Ya yine giderse?”
“Ahu bacı, ben buradayım,” dedi Kadir.
“Doğru söylüyor Ahu,” dedi Sanem. “Geldiğin yere dön, Kadir. Bizden bir olmaz.”
“Bir dakika,” dedi Poyraz, ilgiyi üzerine topladı. “Böyle bir yargıya varmamalısın Ahu. Biz, ikimiz bunun binde birini yaşadık, hatırla.”
Ahu durup başını salladı. “Orası öyle. Sanırım benimki kadınsı bir yargı oldu. Annelerle baş etmek zor tabii.”
“Sizin de mi anneleriniz istemedi?” dedi Sanem.
“Sadece benim annem, ama sizinki gibi bir sorun değildi. Annemin aklında ben okumuş meslek sahibi bir memurla evlenecektim ama taksi şoförüyle evlendim. Annem bunu kaldıramadı. Sonradan Poyraz’ı çok sevdi orası başka.”
“Durum böyle olunca karşımızdakini yargılamak için tepeden bakmamız gerekiyor karıcım.”
“Çok bilmiş kocacığım, tamam, pardon sen devam et.”
Poyraz karısını kendine sararken gülümsedi. “İkiniz içinde hata yapmışsınız yargısına varmak bize düşmez. Lakin Ahu’nun doğru söylediği de bir konu var. Dara düşünce ya yine gidersen? Bu kez gidişin öncekinden daha sert olur. Sen, Sanem’in kaderi olmak mı yoksa en büyük hatası olmak mı istiyorsun? Önce ona karar vermelisin.”
“Gitmek için gelmedim, Sanem’i almak için geldim. Ama hanımefendi lavuğun tekiyle çay içiyordu. Daha saatler önce geldim İzmir’e, derdimi anlatamadım ki.”
Kadir’in öfkeli sesindeki sitem Sanem’in kalbine yapışıyordu. “Yavaş gel! Senin bana kızmaya hakkın yok. Hem nereye geliyorum ben seninle? Kendi kendine kararlar almışsın. Bu yaştan sonra evden mi kaçacağım?”
“Evet,” dedi Ahu ile Poyraz aynı anda.
“Bak ne kadar mantıklılar,” dedi Kadir. “Ne senin annen ne benim annem bizi ölene kadar bir araya getirmez. Başka çaremiz yok.”
“Manyak mısın sen Kadir? Gelmem ben seninle bir yere. Bir kere sana güvenmiyorum.”
Kadir kumun üzerinde kayarak Sanem’e döndü. “Neden?”
“Ne neden? Beni bırakıp gittin, neyine güveneceğim?”
“Aradığımda açsaydın sana anlatırdım. Numaranı da değiştirmişsin, kimse vermedi yeni numaranı. Ben miyim suçlu?”
“Evet,” dedi Ahu ile Poyraz.
Kadir ve Poyraz kısa bir an onlara dönüp yine birbirlerinin ışıldayan gözlerine bakmaya devam ettiler.
“Tamam, biraz suçluyum. Tamam, çok suçluyum ama vallahi billahi bizim için gittim. Bir an öfkeyle gittim ama sana değildi ki öfkem. Antalya’ya gittim. Bir yıldır çalışıyorum, olan paramın üzerine bir şeyler kattım. Ev tuttum, biraz döşedim. Seni almaya geldim.”
Sanem ona bakarken inanmak istiyor, her sözün doğru olmasını diliyordu. Ama bir kez üzülmüştü, öyle basit olmamalıydı. “Yalan söylemiyorsun, söylesen anlardım. Ama bu değil ki seninle geleceğim. Bu saatten sonra ya ikna olurlar ya da olurlar. Kaçmam ben!”
“E haklı,” dedi Ahu.
“Nasıl olacak peki?” dedi Ahu’ya, Poyraz.
Sanem ve Kadir de onları izliyordu. Poyraz da karısına bakıp, tek kaşını kaldırmıştı. “Ne bileyim Poyraz, bu konu senin uzmanlık alanın.”
Poyraz, karşılarında onlara bakan ikiliye döndü. “Kumar oynayıp kazanırsan iki şeyi iyi yapıyorsun demektir. Ya çok zeki olur hamleleri takip edersin ya da hile yaparsın. Her ikisinde de sen kazanırsın. Seçim sizin.”
***
Ahu tırnağını dişine takmış, önündeki apartmana bakıyordu. Öyle heyecanlıydı ki tırnak yemese ayıp olurdu. Kırk yıl düşünse balayında böyle bir şey yaşayacağını akıl edemezdi. Arada kıkırdıyor, başını sallıyor yine izliyordu. Az sonra buralar darmaduman olacaktı.
Çatıya çıkmış Kadir’e bakıyorlardı. Onların kumar oyununda hamleler işe yaramayacaktı, hile kaçınılmaz olmuştu. Sanem ikna olmamıştı dün gece, ama Poyraz ile Ahu onları kısa süreliğine yalnız bırakıp döndüklerinde Kadir ne yaptıysa onu ikna etmişti. Su gibiydi sevgi, gülümsersen akar yolunu bulurdu. Aşk, sevdanın yatağıydı, su ise alıp götüren. Âşık olan âşığının kalbini çelmesini bilirdi.
Poyraz telefonunu kapatıp cebine attı. “Az sonra başlıyor Ahu, videoya almak ister misin?”
“Hayır, az sonra bir sürü meraklı alır zaten. Ben canlı gözlerle izlemek istiyorum.”
“Tamam, beni burada bekle!” Poyraz koşar adım karşıya geçip Kadir’in annesinin evine doğru yürüdü. İki katlı evin önünde durup bağırdı. “Kimse var mı?” diye bağırdı apartmanın önünde. Açık camlardan sesin ulaşmasını diliyordu Poyraz. Saçlarını tepesinde sıkıca bağlamış, önlerine aklar düşmüş ince yapılı bir kadın cama çıktı.
“Buyurun,” dedi.
“Buradan geçiyorduk da siz tanıyor musunuzdur diye söylemek istedim. Şurada biri çatıya çıkmış, atlayacak gibiler.”
“Bismillahirrahmanirrahim,” diyen kadın camın önünden koşarak ayrılınca Poyraz da Ahu’nun yanına geri döndü. Yan evin penceresinde onlara göz atan Senem tedirgindi ama yapacaktı. Kadir’in annesini ayağı çıplak evden çıkarken görünce dudaklarını sıktı. Gülmemeliydi, gülmemeliydi. Bir dakika geçmeden kadının çığlığı sardı sokağı.
“Oğlum, delirdin mi in aşağı.”
“Atlayacağım anne! Bıktım hepinizden. Sanem ile evlenmiyorsam öleyim daha iyi.”
Beş dakika içinde ortalık mahşer yeri, çığlıklar arşa çıkmıştı. Kadir’in annesi kendini yerden yere atıyor, komşular onu sakinleştirmeye çalışıyor ama başarılı olamıyordu. Kurtarma ekibi siren sesiyle sokağa girdiğinde iş daha da ciddiyet kazanmıştı ama Kadir o kadar usta oynuyordu ki etraftan gerçekten de kendini atacağı izlenimi veriyordu.
“Almam o kızı!” sesleri Kadir’i caydırmaya yetmiyordu. Çatının korkuluğuna ayağını koydu. “O zaman bende atlarım. Ölümü öpersin anne!”
Sanem’in annesi de korkmuş bir suratla biraz geride izliyordu. Bazı komşuları da onun yanındaydı. Fısırdaşıp duruyorlardı. Kapının önünde komşu kızların arasında durup ağlayan Sanem aslında gelmiş geçmiş acıları düşünüyordu yoksa kahkahayla gülecekti.
“Sanem’i getirin bana!” diye bağırdı Kadir.
“Allah cezasını versin, getirin şu kızı!” diyen annesi dizlerini dövüyordu. Komşuların koluna girdiği Sanem kalabalığı yarıp öne çıktı.
“Atlıyorum anne! Son sözün mü?”
“Atlama!” diye bağırdı kadın. “Tamam, in izin veriyorum.”
Kalabalıktan sevinç sesleri yükselirken Sanem’in annesi de bir şey diyemedi. Kadir kendini atarsa kızı da sonsuza kadar onu suçlardı. Vicdan azabı da yakasını ölene dek bırakmazdı. O da sessizce teslim olmuştu.
“Çok gerçekçiydi,” dedi Ahu. “Bilmesem üzülürdüm.”
Aşağı inen Kadir’e sarılan annesine bakıyorlardı. Ardından da Sanem’e sarılmıştı Kadir. Poyraz kocaman gülümsemişti iki adam birbirine göz kırpmıştı. Poyraz karısının kulağına eğilip fısıldadı.
“Her şey yalan olsa bile aşk gerçek.”
***
İki yıl sonra…
Yemek masasının etrafını saran arkadaşları ve aile üyelerinin keyfi yerindeydi. Ahu ile Poyraz’ın evinde akşam yemeğindeydiler. Yemek bitmiş, tatlı ve çay faslına başlamışlardı. Sinan tatlısını bitirip abilerinin konuşmalarını dinliyordu. Arada gözü Meltem’e kayıyor, yüreği aşkla kaynıyor, utanıp tekrar abilerine dönüyordu.
Poyraz, Sinan ve Meltem arasındaki aşk iplerini her zaman görmüş ama ikisine de bir şey dememişti. Ta ki bir gün Sinan karşısına geçip, “Affet abi, ekmeğini yedim yüzüm yere yakın kaldı. Ben kardeşine… Meltem’e…” demiş ama Poyraz sözünü bitirmesine izin vermemişti.
“Biliyorum, sana güveniyorum. Gerisini dert etme,” demişti. O gün bugün Meltem ve Sinan bir anılır olmuş, aralarındaki masum duygular onaylanmıştı. Ama Poyraz okullar bitene kadar evlilik olmayacağını net bir dille anlatmıştı. Yakında nişanlanacaklardı, bu onlara önlerindeki zamanlarda yetecek bir resmiyetti.
Meltem yere oturmuş, yeğenini mıncıklıyordu. Dokuz aylık esmer bebek tam bir sevgi yumağıydı. Sevildikçe gülümsemeyi artıran, insanı mutlu eden tatlılıkta usluydu. “Abi bunu ısırsam,” diyerek dişleriyle bebeğin beyaz kolunu kavradı ama öperek bıraktı. Poyraz gülümseyip çayından bir yudum almıştı.
Kızıyla ilgilenen Cansu’ya bakıp ayağa kalktı Halil. “Ben tatlımı yedim, ben bakayım sen ye.”
“Olur,” diyen Cansu kızını babasına verip masaya geçti. Bakışları kucağındaki kızıyla oynayan Halil’e dönmüştü. Bir baba ve kızının birbirine bu kadar âşık olması ilginçti. Anne yerine baba diye ağlıyordu Hilal. Cansu, Halil’in ismine yakın olan Hilal adını kızına layık görmüştü ve Halil ona bir kez daha âşık olmuştu.
“Zaten anası olarak babasını görüyor,” diyerek baklavasından bir lokma aldı.
Oğlu Can’ı uyutup gelen Pınar, kocasının yanına oturdu. “Kızlar babaya düşkün olur hemşirem, bilmez misin? Bak bizim sıpaya, anamda anam diye deli oluyor. Baba kim ki. Keşke babaya düşkün olsaydı. Ağlasa bile babasına gitmiyor.”
“Kız çocuğu şart hatun,” dedi Kerim. “Ben bakarım.”
Pınar göz devirip soğumuş çayından bir yudum alıp yüzünü ekşitti. Kalkıp mutfağa yollandı. Ahu arkasından gülümsüyordu.
“Sorun Can da, Araz babasına düşkün. Can anneci çıktı. Pınar’dan ne kayınvalide olur… Annemi de geçer.” Küçük bir kahkaha atarken Pınar içeri girdi. “Bir kere benim kayınvalidem bir melek,” dedi Pınar. “Seviyor beni, tüm hırsı oğullarına.”
Kerim, başını yana yatırıp karısına baktı. “Sen bizim evde büyüdün. Ahu da gidince onun yerini aldın. Annem seni Ahu’nun yerine koyunca tacını kapan gelin oldun yoksa yengemler çok çekti.”
Omuz silkti Pınar. “Öyle veya böyle, sorun var mı, yok!”
Emekleyerek babasının bacaklarına vuran bebeğe bakmak için başını eğdi Poyraz. Yeşil gözleri birer zümrüt gibi parlayan bebeğin, kar beyaz teni, yanağındaki derin gamzesine bakıp eğilip bebeği aldı. Babasının kucağına tırmanan Araz babasının yüzüne ellerini bıraktı.
“Oğlum babasını özlemiş, benim oğlum her ikimize de çok düşkün, değil mi Ahu?”
Ahu kıkırdadı. “He tabii tabii. Erkek çocukları dünyaya ehliyet sahibi olarak geliyor diye düşünüyorum. Arabanın rengine vurgun Poyraz, seninle ilgisi yok. Benim arabamı beğenmiyor, sarı dikkat çekici ve ben onu kucağıma almıyorum. Sen rüşvet veriyorsun.”
“A! Şuradan şuraya alıyorum Ahu. Otobanda mı gidiyoruz. Kıskanıyorsun.”
“Kim ben mi? Kimi?”
Babasının kucağında hareketlenen Araz, kollarını annesine açtı. Ahu uzanıp oğlunu kucakladı. “Sıpa! Bak baban ne diyor.” Araz annesinin omuzuna başını bırakınca hepsi birden ‘ya’ demişti. Sevimli bebeğin uykusu gelmişti. Ahu’nun en büyük şansı oğlunun çok uykucu ve uslu bir bebek olmasıydı. Naciye Sultan, Ahu’nun dehşet bir bebek olduğunu, sürekli ağladığını söylemişti. Fatma Hanım ise Poyraz’ın ağlamadan büyüdüğünü söylediğinde bebeğin babasına benzediği netlik kazanmıştı. Olduğu yerde uyuya kalan Araz, yine annesinin omuzunda elini ağzına sokmuş, gözlerini kapatıyordu. Babasının küçük minyatürü gibi olan oğlundan aldığı bakışlarını kocasının yeşil gözlerine çevirdi. O bakışlarındaki ahenk hiç değişmemişti. Gülüşündeki asalet, bakışındaki aşk Ahu’nun tüm dünyasıydı.
Sevdiği kadının omuzunda uyuyan oğlu başka bir hayat, sevdiği kadın başka bir dünyaydı. Poyraz her güne şükürle uyanıyor, gözlerini şükürle kapatıyordu. Arada ufak atışmalar yaşanıyor, tuz biber ekip geçiyordu. Kusursuz insan yoktu, kusurlu sevenler vardı. İnsan ne ararsa onu buluyordu.
Taksi şoförü olarak doğmamıştı ama emekli olacağını garantilemişti. Başka iş bilse de umurunda olmuyordu, mutluydu. Borsa da oynamaya devam ediyordu ve zekâsı yettikçe de edecekti. Kazandığı her kuruşu ailesi için harcıyordu. Elinin yettiği herkese yardımcı oluyordu. Poyraz Sinan ve beş kardeşine, beş yetime yuva olmuş, ekmek, su olmuştu ve Allah ona verdikçe veriyordu. Poyraz da kazandığı tüm paraları yine aynı yolda harcıyordu.
“Gülüm gitsek mi?” dedi Halil. “Hilal’in de uykusu geldi.”
“Gidelim canım,” diyerek ayaklandı Cansu. Cansu için de hayat hiç olmadığı kadar cömertti. Halil gibi biriyle evlenmek, çocuk sahibi olmak ve ona âşık olmak gibi nimetlerle ödüllendirilmişti. Halil, karısının gözlerinin içine bakıyor, onu üzecek tek bir söz bile etmiyordu. Arada Cansu evde söylenip dolaşırken, ona atar yaparken Halil, gülümser bir suratla onu izliyordu.
Bir gün Cansu bir şeye kızmıştı ve Halil ondan çay isteme gafletine düşmüştü. Cansu kalkıp çayı getirip şak diye sehpaya bırakmıştı. Halil kahkahasını bastırmış, “Hatun, bitiyorum bu hâllerine,” demişti. Gözlerini kırpıştırarak bakan Cansu’yu gülümsetmişti.
“Davar,” diyen Cansu başını sağa sola sallamıştı.
“Baba,” diyen Hilal, annesine gitmek yerine yine babasının omuzuna yaslanmıştı. Babacı olsa da annesinin kopyasıydı. Halil karısı ve kızı için dünyayı yerinden oynatacak kadar kuvvetli hissediyordu. Aşk başka bir şeydi ve Halil o başka dünyada Bir Başka Harikalar Diyarı hikayeleri yazıyordu.
Kerim de oğlunu kucaklamıştı. Kapıda uzun uzun sarılmalar ardı ardına sıralanmıştı. Oysa her gün birbirlerini görüyorlardı. Onlarındaki eşsiz birer dostluktu. Aransa bulanmayacak türden, yaşandıkça güçlenen…
Sinan da ayakkabısını giymek için eğildiğinde Meltem onu bekliyordu. Geçen yaz aynı apartmanda bir daire daha almış Poyraz. Annesi ve kız kardeşi alt katlarından oturuyordu. Sinan doğrulup gülümsedi. “Eline sağlık abla, her şey çok güzeldi.”
“Afiyet olsun ablam, çocuklarla gel bir gün, ben haber ederim.”
“Olur ablam, geliriz.” Poyraz’a döndü Sinan. Yaş olmuştu yirmi, Sinan gittikçe genç ve yakışıklı bir adama dönüşüyordu. “Görüşürüz abim.”
“İyi geceler abi,” dedi Meltem de.
“İyi geceler,” dedi Poyraz. Kapıyı kapatınca bir yarım saat muhabbet edeceklerine emin olan Poyraz aşağı inen kardeşine ve müstakbel damadına bakıp sırıtarak kapıyı kapattı.
“Apartmandan çıkması yarım saat alacak bak gör,” dedi Poyraz.
“Yirmi dakika, var mısın iddiaya?”
“Varım nesine?” dedi Poyraz.
Ahu biraz düşündü. Her şeyine sahip olduğu bir adamdan da ne istenirdi ki. Başındaki tülbentini çıkarırken salona girdi. “Kaybedersem öperim.”
“Tamam, kaybettim, öp beni.”
Alçak sesle kahkaha atıp masayı toplamaya başladı. “Nankör! Görende öpmüyoruz sanacak.”
Karısının şakağına dudaklarını bastırıp balkona yürüdü. “Ben bilmem, izliyorum şimdi.” Balkona geçip aşağıyı izlemeye başladı Poyraz. Camla kapatılmış balkonun şu an tüm kanatları açıktı. Burası Ahu’nun hobi bahçesini andırıyordu. Çiçekleri, küçük bir masa, sandalye ve masasını süsleyen mumlarla Ahu burada çizimlerini yapıyordu. Gelinlik işine girmişti ama sadece özel tasarım çalışıyor, ayda bir tane dikebiliyordu. Talep çok olsa da Ahu geri kalan işlerini ve ailesini ihmal etmemek için reddediyordu. Araz’a babaannesi bakıyor olsa da Ahu eve beşte geliyor, bebeğine bakıyor ve tüm işlerini yoluna sokuyordu. Yanına usta birini almıştı, o çıkınca veya kumaş almaya gittiğinde yerine bakacak biri her daim oluyordu.
Masayı toplama işini bitirip, başını kapatarak balkona geçtiğinde kaç dakika geçtiğine bakmak için telefonun saatine bakıyordu. “Çıktı mı? Tam yirmi dakika olmuş.”
“Çıkmadı. Alırım öpücüğünü.”
“Alçak Sinan. Hayır ne buluyorlar konuşacak bu kadar çok konuyu. Her gün de birlikteler.”
“Mızıkçılık yapma karıcığım.”
“Balkondayız Poyraz. İçeride ödeşiriz.” Telefonun ekranın açtı. “Sana ne diyeceğim.”
“Hamile misin?”
Ahu’nun başı Poyraz’a kalktı. “El insaf be adam, Araz daha dokuz aylık. Biri hamile ama ben değilim.”
“Ama yaparız bir ara değil mi?” Karısının gözlerine bakarken yağmurda ıslanmış kedi yavrusu gibiydi. Ahu gülümsemekten kendini alamıyordu. “Kıyamam sana, sen Halil Abiye mi özeniyorsun?”
“Ama özenmeyelim mi? Tüm gün kızım da kızım diye nara atıyor.” Kollarını göğsünde bağlayıp karısına baktı. “Benden kız babası olur mu, Ahu?”
“Sen zaten kız babasısın sayılır. Senden daha iyi kız babası olur mu diye soracaktın? Meltem çok şanslı.”
“Tamam hadi o zaman, kızı bulmamız lazım.”
Ahu kahkaha atarken Poyraz da gülümsedi. “Şaka yapıyorum Ahu Gözlüm, dünyaya getirecek olan sensin. Ne zaman hazır olursan o zaman.”
Şefkatle gülümsedi Ahu. Herhangi bir söz etmesine gerek yoktu. Bakışarak da anlaşıyorlardı.
“E… Kim hamile?”
Ahu’nun gülüşü biraz daha büyüdü ve renk değiştirdi. “Sanem.”
“Ne! Ama kızları daha… E bak oluyormuş Ahu.”
Ahu ellerini iki yana açıp bilmem dercesine dudak büktü. “Doğacak olana mâni mi olduk Poyraz?”
Ellerini duaya açan Poyraz’a bakıp sırıtıyordu. Birkaç cümle içinden mırıldanan Poyraz âmin diyerek ellerini yüzüne sürdü. “Dua kısmı tamam.”
***
Bahar akşamının o güzel esintisiyle Ahu balkondaki masasına kurulmuştu. Araz bir saat önce uyumuştu ve en az üç saat daha uyurdu. Poyraz gececiydi, bu gece yalnızdı. Çizim dosyasını önüne çekti. Kara kalemini eline aldı. Çizdiği gelinlik iki ay sonra düğünü olacak birine aitti. Genç kız ona hayalini anlatmıştı o da yeteneğiyle ortaya bir şaheser çıkarmaya çalışıyordu.
Balkonun camlarını ardına kadar açmıştı. Masa lambasının ışığında çizime dalmıştı. Birden bir vızıltı duydu. Başını kaldırıp baktığında balkonun ortasında, havada bir drone duruyordu. Gözleri dehşetle açılırken eli kalbine gitti. “Bismillah,” diye inledi.
Dronenin üzerine bantlanmış mor küçük bir zarf görünce gözlerini yumarak nefes aldı. Bunu yapan kocası değilse bu küçük makinayı gönderenin kafasında kıracaktı. Draoneyi alıp üzerindeki zarfı çekip aldı.
“Aşağıda bekliyorum Ahu Gözlü Güzel kadın.”
Kalbi sıcacık olurken kâğıdı kalbine bastırdı. Aşağıya bakıp kocasını elinde bir kumandayla gördü. Telefonu titreyince alıp açtı.
“Ödümü koparttın Poyraz.”
“Öpersem geçer mi?”
“Şansını denemelisin.”
“Annem birazdan yukarı çıkar. Bekliyorum.”
Telefonunu çantasına atıp, dronu kucakladı. Fatma Annesi kapıyı tıklatıyordu ki hemen açtı. “Uyuyor muydun anne?”
“Yok kızım, dizi izliyordum. Ben paşama bakarım, hadi siz gezin.”
“Sağ ol anne, görüşürüz,” diyerek aceleyle bağladığı şalın ucunu arkasına attı. Merdivenleri ışık hızıyla inip kendini bekleyen adamın dibinde durdu.
“Neydi bu?”
“Üçünü kata taş atamadım.”
Gülümseyen kadın elinin tersiyle adamın göğsüne vurdu. “Deli. Hem sen çalışmıyor muydun?”
“Yerimi Halil Abiye bıraktım. Cansu Ablanın annesinin tansiyonu çıkmış, bu gece annesinde kalacakmış. Halil Abi de eve sığamamış. Ben de sana koştum. Ahu…”
Bir şey geliyordu. Ahu yine bir tarihi unutmuştu. “Hı?” dedi usulca.
“Bugün bizim tanışma yıl dönümümüz. Üç sene önce bugün… Kepenge yaslandım. Sen yoluma yağmurda çıktın.”
“Yapma ya,” derken kadının omuzları düşmüştü. “Ben yine mi unuttum.”
“Evet.” Poyraz kahkaha attı. “Ama birinin unutması güzel, sürpriz yapması keyifli oluyor.”
Karısının elindeki makinayı alıp taksinin içine bıraktı. Ahu’nun elini tutup ara sokaklara daldılar. “İstanbul’a gelirken aklımda biriyle tanışmak, evlenmek ve baba olmak yoktu. Ama ne kadar şanslıyım ki seni buldum.” Karısının elini bırakıp omuzuna doladı kolunu.
“Yeşil Gözlü Dev, çaldın kalbimi.” Kocasına sokulurken kıkırdadı. “Seninle tanıştığımızda tuzlu kahve içeceğini anlamıştım.”
“İçmedim ki, benden bir tuzlu kahveyi çok gördün Ahu.”
“Bak ya… Seni düşünmem suç mu oldu?”
“Bana sorsaydın içmek isterdim.”
“Eve dönünce ben sana tuzlu kahve yaparım.”
“Geçti o tren güzelim.”
“Sen bilirsin canım.” Burnundan kesik nefesler alan Ahu etrafına bakındı. “Bu koku?”
Poyraz da havayı kokladı. O kadar güzel bir koku etrafı misk bahçelerine çeviriyordu. Etraflarına bakınıp ikisi de aynı yere bakarken durdu. Birbirlerine dönerek gülümsediler.
“Mor salkım.”
“Mor salkım.”
Gecenin karanlığı etraflarını sarmıştı ve sokak lambaları dışında ortada kimsecikler yoktu. Müstehcen bir dokunuşla öptü karısını. Sardıkça seviyor, sevdikçe sarılası geliyordu Poyraz’ın.
İç çekti Ahu, aşkı nefesinden dökercesine. “İyi ki geldin Poyraz. Sen ne güzel bir kadersin.”
Karsını alnından öperek gülümsedi. “İyi ki gelmişim Ahu, sen çok güzel bir kadersin.”
Son
🥰❤️🥰❤️guzel mutlu sonlar